Cemal Safi kendisi gibi hece vezniyle yazan Abdurrahim Karakoç'un ardında şu dizeleri yazmıştı:
“Nasıl ağıt yakalım dinlerken ‘Mihriban’ ı
Derdimizi dökecek kafiye mi bıraktın?
Hece veznine âşık ettiğin garibanı
Teselli etsin diye Safi’ye mi bıraktın’’
Bu dörtlük; Abdurrahim Karakoç’un tabutuna tutturulmuş, Cemal Safi’ye ait bir şiirdi!
Yahya Kemal; "Duygusuz şairler redife tıpkı cankurtarana sarılır gibi sarılır, duyguluları ise şevkin en yüksek zirvesine fırlamak için basarlar." sözünü sanki duygularını şevkin en yüksek zirvesine fırlatan Cemal Safi için söylemiştir. Çünkü anlamsız bir tartışma; kafiye/redif anlamın içinde erimelidir aslında…
‘’Tek hece’’ şiirinde olduğu gibi herkesin tarif etmeye çalıştığı aşkı konuşturmuştu:
‘’Benimle bir dünya dar geldi sana,
seviyorum demek ar geldi sana,
kara toprak daha yâr geldi bana,
göçerim sevgilim kal sağlıcakla…’’
Kara toprak yâr geldi ona ve o da göçtü gitti işte…
‘’Sersefilim sevgilinin uğruna
Abdal oldum göç eyledim giderim
Hançer vurdum gençliğimin bağrına
Telafisiz suç eyledim giderim..’’
Telafisiz bir suç işledi ve o da çekip gitti işte…
"Kamil iken cahil ettim âlimi
vahşi iken yahşi ettim zalimi
Yavuz iken zebun ettim selimi
her oyunu bozan gizli zor benim.
benim adım aşk! "
Yavuz’u Selim iken zebun eden aşka kavuştu gitti işte...
"Ya evde yoksan" da söylediği gibi:
‘’Ya yolu kaybettim, ya ben kayboldum,
ne olur bir yerden karşıma çıksan,
tepeden tırnağa sırılsıklamım,
içim ürperiyor, ya evde yoksan.’’
Artık evde yoktu, çekip gitti işte…
“Ya evde yoksan” şiiri bakın nasıl bir ruh hali ile kaleme alınmış:
“Yağmurlu bir günde evde yalnızdım. Öyle yağmur yağıyordu ki dışarıda sanki bardaktan boşanırcasına. Bir ara dışarı bakmak geçti içimden. Yağmurdan sulanan camın arkasından baktığımda karşı kaldırımda yağmurdan korunmak için saçak altına sığınmış birine gözüm ilişti. Aslında onca yağmur belli ki üstünden geçmişti.
