Osman Aydoğan


Geçme kapım önünden yüreğim yaralıdır

Geçme kapım önünden yüreğim yaralıdır


Geçme kapım önünden yüreğim yaralıdır

Bu sitemde ''sanat'' bölümünde çooook türkü anlattım. Bugün de bir Balkan türküsünü anlatayım.... Biliyorsunuz, her şeyi, ama her şeyi, türküleri bile tarihe bağlamasam olmaz! Öyleyse her zaman olduğu gibi önce kısa bir tariih turu... 

Osmanlının anayurdu Balkanlar ve bir fay hattı

Çoğumuz üzerinde düşünmemişizdir ama ''Anadolu'', Selçuklunun bir anayurdu iken ''Balkanlar'' da Osmanlının anayurdu oluyor. Bu nedenle Osmanlı tüm yatırımlarını, okullarını, medreselerini, camilerini, hanlarını, hamamlarını, yollarını ve üretim tesislerini hep Balkanlar'a yapıyor. Anadolu’daki bütün eserler, köprü, yol, cami, medrese ne varsa hepsi Selçuklu eseri oluyor. Başkenti Bursa'daki ve şehzadelerin eğitildiği Amasya ve Manisa’daki cami ve türbeler hariç Osmanlının Anadolu’da doğru dürüst bir tane dahi eseri bulunmuyor. Özellikle Osmanlı eğitim kurumlarının hemen hemen tamamı Balkanlarda bulunuyor. .

İşte bu nedenledir ki, bu eğitim nedeniyledir ki Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran neslin, sivil ve asker bürokrasisi ile sanat ve edebiyat camiasının nerdeyse hemen hemen tamamı Balkan kökenli oluyor. Osmanlı tarafından ihmal edilmiş, cahil bırakılmış Anadolu insanının bir kısmı ise kıskançlıktan mıdır nedir bu eğitimli Balkan kökenli insanları pek hazzetmiyor. Bu kıskançlık ve hazzetmeme durumu, muhtemel, genlere kadar işlemiş olacak ki Osmanlı tarafından ihmal edilmiş, eğitilmemiş, cahil bırakılmış bu insanların torunlarına kadar da bir damar halinde, bir fay hattı halinde günümüze kadar da devam eder hale geliyor. Aslında Anadolu’daki bu fay hattı, bu damar tarihte Osmanlı – Türkmen çekişmesine dayanıyor. Bu durum günümüz Türkiye’sinin sosyo-politik yapısına net bir şekilde yansıyor. Bugün birtakım siyasilerin bahsettikleri, dile getirdikleri ''kin ve nefret'' söyleminin, ‘’suyun (Meriç) ötesinden gelenler’’ söyleminin kökeni teee oralara kadar gidiyor. Bu ''kin ve nefret'', Osmanlının has evladının anayurdundan Anadolu'ya getirdikleri bilime ve aydınlığa karşı oluyor. Zira Galileo söylüyor zaten; ‘'Hiçbir kin, cahilin bilime duyduğu kinden daha büyük olamaz.’'

Burada iki büyük paradoks, iki büyük oksomoron, iki büyük tenakuz da bulunuyor... Paradoks olan, oksomoron olan, tenakuz olanın birisi şu ki Osmanlı’nın hor gördüğü, hakir gördüğü, yoksul bıraktığı, kılıçtan geçirdiği Türkmenlerin torunlarının günümüzde Osmanlıya öykünüyor olmasıdır. İkincisi ise; zamanında Osmanlı’nın hor gördüğü, hakir gördüğü, yoksul bıraktığı, kılıçtan geçirdiği Türkmenlerin torunlarının, hem Osmanlıya öykünüp hem de gerçek Osmanlının torunu olan ‘’Evladı Fatihan’’a ‘’suyun ötesinden gelenler’’ diye nefret duyup, sırt çevirip kendilerinden olmayan Arap diyarlarından gelenlere ise kucak açması oluyor... 

Neyse dönelim konumuza, konumuz Türkiye'nin sosyo-politik durumunun analizi değil, konu sosyologların konusu, zaten ben de konunun uzmanı değilim, konumuz tarih, kaldığımız yerden devam edelim...

Balkan Harbi’nde kaybedilen anayurt

Ve biz Balkan Harbi’nde anayurdumuzu kaybediyoruz… Nedense bu husus tarih öğretilerinde pek dile gelmiyor, getirilmiyor!…

Füruzan’ın ‘’Balkan Yolcusu’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2016) isimli güzel bir kitabı bulunuyor. Füruzan bu kitabında eski Yugoslav topraklarında kalmış yaşlı bir nine ile sohbet ediyor… Füruzan, yaşlı nineye soruyor; ‘’teyzem’’ diyor ‘’sen neden göç etmedin?’’ Yaşlı nine cevap veriyor; ‘’evladım'' diyor, ''bir vakitler burada bir umman vardı, o umman çekildi gitti. Bırak da bari buralarda o ummanın hatırası bu küçücük göletler kalsın.’’

Ninenin kastettiği o ummanın ne olduğunu anlıyorsunuz değil mi?

O umman o yataklardan çekilirken ne acılar çekilmiştir bilir misiniz?

İşte bu acılar hep Rumeli türkülerinde ses buluyor… Bu nedenle hep hüzünlü oluyor Rumeli türküleri, hep hazin oluyor Rumeli türküleri, hep insanın yüreciğini sızlatıyor Rumeli türküleri…

Saba makamında bir Balkan türküsü: Mendilimin yeşili

Bugün size sadece bu Rumeli türkülerinin değil, dünyanın en hüzünlü, en hazin, en dokunaklı türküsünü anlatmak istiyorum...

‘’Saba’’ makamındadır bu türkü... İnsanın tüylerini diken diken eden ‘’Saba’’ makamından, tıpkı sabah ezanı gibi, tıpkı şafak vakti gibi, tıpkı seher rüzgârı gibi... Balkan türkülerinin aynı zamanda da en güzeli oluyor türkü…

Seferberlik ilan ediiyor, oğlan tam sevdiceğiyle evlenecekken silah altına alınıyor, kızımız oğlan gitmeden ona kenarında bir parça yeşil işlemesi olan mendilini veriyor. Ve gidiş o gidiştir. Oğlan bir daha da geri dönemiyor.

Sonra sonra, zihinlerden, yüreklerden, gönüllerden bir türkü ortaya çıkıyor; çaresiz dertlere düşenlerin türküsü oluyor bu türkü: ‘’Mendilimin yeşili’’... Bizler genellikle bu türkünün ilk iki kıtasını biliyoruz… Son iki kıta nedense hiçbir yerde de yer almıyor. Bu türkünün sözlerinin tamamını yazımın sonunda veriyorum... Türkü, şöyle başlıyor:

''Mendilimin yeşili
Ben kaybettim eşimi
Al bu mendil sende dursun
Sil gözünün yaşını

Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare''

Bu türkü TRT kayıtlarına göre 02.11.1949 tarihinde Muzaffer Sarısözen tarafından derleniyor…

Bu türküyü bizim zamanımızda uzun dalga 1648 m Ankara radyosundan Nezahet Bayram söylüyor. Nezahet Bayram kendi sesinden bu türküyü dinlerken bazen için için, bazen hıçkırık hıçkırık ağlarmış… Bu türküyü Nezahet Bayram’ın sesinden olan bağlantısını da yazımın sonunda veriyorum...

Balkan Harbi’ni neden kaybettik

Biz Balkan Harbi’nde anayurdumuz olan Balkanları neden kaybettik biliyor musunuz? Bu konuda Tüccarzâde İbrahim Hilmi’nin çok güzel bir kitabı bulunuyor: ‘’Balkan Harbi'ni Niçin Kaybettik?’’ (İz Yayıncılık, 2017) Kitapta çok şeyler anlatılıyor. Ama özetle: Ordumuz kendi yönetimince hırpalandığı için kaybettik... Ordumuz kendi yönetimince aşağılandığı için kaybettik... Ordu kendi içinde mektepli alaylı diye bölündüğü için kaybettik... Orduya siyaset bulaştırıldığı için kaybettik... Ordu siyasete malzeme yapıldığı için kaybettik... Ordunun yeterli, modern silah ve teçhizatı olmadığı için kaybettik...

Eskilerin ''okula, camiye ve kışlaya asla siyaset sokmayın'' tembihinin geri planını anlıyorsunuz değil mi? Allah göstermesin ki bir yüzyıl sonra Orta Asya bozkırlarından bir yerlerde yine bir başka Şehriyar; ''o zamanki siyasetçiler okula, camiye ve kışlaya siyaset soktukları için, dini ve orduyu siyasete alet ettikleri için, orduyu Balyoz ve Ergenekon kumpaslarıyla, FETÖ tezgâhlarıyla tarumar ettikleri için, orduyu her fırsatta aşağıladıkları için, orduyu 30-40 yıllık savaş uçaklarına, 60 yıllık tanklara mahkûm ettikleri için, bilime sırtlarını dönüp yeniden hurafenin peşine düştükleri için, milli egemenliğin tecelli bulduğu TBMM’ni devre dışı bırakıp ülkeyi tek adama mahkûm ettikleri için, siyasi iktidar ülkeyi üretimden koparıp, halkı tüketiciye dönüştürüp, kendileri de lükse, şaşaya ve ihitşama kapıldıkları için, ülkeye nüfusun onda biri kadar mülteci alıp ülkenin demografik yapısını bozdukları için, bunları yapan siyasi iktidara karşı muhalefet basiretsiz, dağınık, romantik olduğu ve muhalefet bir olmadığı, bütün olmadığı, ’armudun sapı’, ’üzümün çöpü’ diyerek böylesine bir siyasi iktidara karşı bir ’demokratik birlik’ kuramadıkları için Balkanlardan sonra Anadolu'da da tutunamadık, anayurdumuz Anadolu'yu da kaybettik'' diye yazmaz inşallah!

Allah korusun...