Osman Aydoğan


Çanakkale... Ah! Çanakkale -2-

Çanakkale’de Türk ulusu, binlerce okumuş ve aydınını da kaybetti.


Çanakkale’de Türk ulusu, binlerce okumuş ve aydınını da kaybetti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildi. Bu kayıpların olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, daha sonra da fazlasıyla hissedildi. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı devrimler ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekildi. İki fotoğrafın düzeltilmesi Yeri gelmişken iki konuya açıklık getirmeden geçmek istemedim: İnternette ve sosyal medyada yıllardır dolaşan iki fotoğraf var. Birinci fotoğraf; Çanakkale savaşında olduğu iddia edilen pejmürde kıyafetli iki Türk askerinin fotoğrafıdır. Bu fotoğraf doğru değildir ve gerçeği yansıtmamaktadır... Bu fotoğraf sahra çöllerinde bir İngiliz esir kampında çekilen iki Türk askerinin fotoğrafıdır. Türk askeri Çanakkale Savaşında daha önce hiçbir harpte olmadığı kadar iyi teçhiz edilmiştir. İkinci fotoğraf ise yine Çanakkale Savaşı’nda 43. Alay’ın 1917 yılına ait ‘’Yemek Listesi’’ veya ‘’Yemek Menüsü’’ olduğunu gösteren fotoğraftır. Sanki buradaki menü olmayan bir yemeğin menüsüdür. Bu fotoğraf da doğru değildir ve gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyle ki: Bir kere 43. Alay Çanakkale’de görev almamıştır. 43. Alay Çanakkale Cephesi’nde değil Irak Cephesi’nde görev almıştır. Çanakkale Savaşı da zaten 1917 yılında çoktan sona ermiştir. Ayrıca Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı Ordusu hiçbir şekilde açlık çekmemiş ve erzaksız kalmamıştır. Bütün bunları ise Osmanlı Ordusu anlattığım gibi Enver Paşa’ya borçludur. Geride kalanlar, anneler, babalar, eşler, nişanlılar, yavuklular, çocuklarG Çanakkale Muharebelerinde en çok sıkıntıyı cepheye asker gönderen ve onların cepheden dönmelerini bekleyen anneler, babalar, henüz duvağını çıkarmış gelinler, çocuklar, nişanlılar çekti. Kendisinde tarih bilinci gelişmemiş bizden bir zat ‘’Gallipoli’’ isimli bir film yapar. Bu filminde Yeni Zelanda ve Avustralyalı anneleri, gelinleri, çocukları anlatır, bizim Mehmetçiklerin bir tanesinin dahi geride bıraktıkları annesine, yavuklusuna, eşine, çocuğuna yer vermeden. Filmi izleyince hayıflanıyor insan, neden yurdumuzu işgale gelen Yeni Zelanda ve Avustralyalı askerlere karşı yurdumuzu kahramanca savunduk diye. Hani söz vardı ya; ‘ben sana filmci olamazsın demedim, adam olamazsın dedim’’ diye. Bu yazıda Çanakkale Muharebelerinde cephede savaşan askerlere ve bu kahraman askerlerin geride bıraktıkları nişanlılarının, henüz duvağını çıkarmış eşlerinin, annelerinin, babalarının ve yavrularının hikâyelerine yer verilmiştir. Unutkan toplumuz ya biz; bu çilekeş insanları unutmayalım diye. Bu yurdun, bu vatanın, bu özgürlüğün, bu bağımsızlığın kolay kazanılmadığını her daim aklımızda tutalım diye. Bu isimsiz, adsız kahramanları unutmayalım diye. Sonuç 18 Mart, resmi olarak ''18 Mart Şehitler Günü''... Bir zafer gününün şehitler günü diye matem havası içinde anılması akıl alacak şey değildir. Sanırım içimizdeki Danimarkalılar İngilizlerin rencide olmasından üzüntü duymuştur. Ancak gerçekte bugün ''18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'' günüdür... Bu zaferi bu millete armağan eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere aziz şehitlerimizi rahmetle ve şükranla anıyorum.Aşağıda yer verilen hikâyeler Balıkesir’li araştırmacı Aydın Ayhan’ın '‘Çanakkale... Ah! Çanakkale’' isimli araştırmasından alınmıştır. Aydın Ayhan Balıkesirli olduğu için hikâyelerin hepsi Balıkesir'e ait... Çünkü Balıkesir cepheye en yakın il olduğu için cepheye de en fazla askeri Balıkesir göndermiştir... Keşke her ilden Aydın Ayhan gibi bir araştırmacı çıksaydı da o ilin kahramanlarının hikâyelerini gün ışığına çıkarsaydı... Hikâyelerin her birisi ayrı bir değer... Her birisi içselleştirilerek okunmalı diye düşünüyorum. Coronavirüs nedeniyle evdeyseniz eğer yaşanmış bu gerçek hikâyeleri kaçırmayın, okuyun, okutun isterim, bu kahramanlar, bu aziz, bu cefakâr insanlar unutulmasın diye. Hani Çiçero derdi ya; ‘’ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir.’’