Osman Aydoğan


Yürüyün! (3)


Yine susmuştu Şehriyâr? Sanki anlattığı her bir konu için benim not almama imkân tanımak için ara verirdi konuşmasına? Bu sırada da muhtemel ki ben not alırken o da anlatacaklarını düşünürdü? Yine devam etmişti Şehriyâr: ?´Yürüyüşte doğaya dalıp gitmek insanın dikkatini dağıtır. Her şey ve her şeyin seninle konuştuğunu, seni selamladığını, senden ilgi istediğini görürsün? Ağaçlar, çiçekler, yollar, rüzgârın iniltisi, dağların gümbürtüsü, böceklerin vızıltısı, derelerin çağıltısı, adımlarının sesi... Hepsi seni gözetleyen ve varlığına yanıt veren mırıltılardır. Yağmur da öyle. İnce, yumuşak bir yağmur; rengini, ahengini, seslerini dinlediğin şaşmaz bir refakatçidirler sana? Tefekkürün mutlak kavrayışıyla burada sana sunulan onca şeye şahitlik ederken yalnız kalmak mümkün değildi aslında. Bir gayretle bir tepeye tırmandıktan sonra oturup manzarayı seyre daldığında yaşadığın sarhoşluk, o araziler, o ovalar, o ağaçlar, o kayalar, o dağlar, ormanlar, patikalar; hepsi senindir, senin içindir. Dağlara, tepelere tırmanarak onların efendisi kılan kendine, geriye bu hâkimiyetin tadını çıkarmak kalır sadece. Dünyaya sahip olunca kim yalnız hissedebilirdi ki kendini, değil mi? Görmek, egemen olmak, bakmak sahip olmak demektir. Hem de mülkiyetin külfetleri olmadan? Burada gördüğün, görebildiğin her şey sana aittir. Ne kadar uzağı görüyorsan, o kadar çoğuna sahipsin. Yalnız değilsin buralarda: Dünya burada sana aittir; dünya burada senin için ve seninle vardır?´´ Yürümenin başka anlamları ve işlevleri de vardı Şehriyâr için. Düşünmek için bağımsız bir bakış açısına, belli bir mesafede bulunmaya ve temiz hava almaya ihtiyaç olduğunu düşünürdü. ?´Daha incelikli düşünmek serbestlik ister´´ derdi. Yürürken düşünmek, düşünürken yürümek; sonra da yazmayı kısa kısa bir mola anına indirgemek onun yaşam biçimiydi? ?´Sadece elimizle yazarız evet, ama sadece ayağımızla daha iyi yazarız´´ derdi? ?´Yazma´´ konusuna gelince de göz göze gelmiştik Şehriyâr ile? Çünkü ?´yazma´´ konusu benim en zayıf olduğum alandı? Gözlerimi yere indirdim? Çünkü bu konuda vukuatlı idim... Tekrar eski derslere gittim? Şehriyâr´dan aldığım ilk dersler ?´yazma´´ üzerine idi? Bu derslerde, ?´İnsan etten ve kemikten yapılmıştır derler ama bana göre insan sadece kelimelerden yapılmıştır´´ derdi bana. Şehriyâr, bana yaşamayı hak eden kelimelerin yalnızca sessizlikten daha iyi kelimeler olduğunu öğretmişti. ?´Şu arkasında silgisi olan eski kalemlerle yazar gibi yazmak lazım, çünkü ucundan çok arkasıyla yazılır kalemin, yani ekleyerek değil; silerek´´ derdi bana. Ve devam ederdi; ?´aynı metni bir, iki, üç, beş, yirmi farklı şekilde yaz, her seferinde daha kısa, daha yoğun, düzeltilmiş ve küçültülmüş son halini çıkar ortaya.´´ Zaten konuşurken bile sessizlikten daha değerli olduğuna inanmadığı bir sözü asla söylemezdi. Hayatın öznesi olduğumuzu hatırlatırdı bana. Ama heyhat! Ben yazıyı kısa tutmayı bir türlü öğrenemedim gitti... Görüyorsunuz ya halimi! Ben bir durumu, bir duyguyu ya da bir düşünceyi önce gözlerimi kapatıp göremiyorsam eğer onu aktarma yeteneğinden de yoksun kalıyorum hep. Bu görüntüyü aktarma gücüne sahip, görüntünün görkemine yaraşır sözcükleri bulmak da bana her zaman pahalıya patlıyor. Ya bunun için çok zaman harcıyorum ya da uzun çok uzun yazıyorum. Bu konuda çoook azarlar işitmiş, çooook fırçalar yemiştim Şehriyâr´dan. ?´Uzun yazıyorsun, kısalt´´´ derdi bana hep?