Osman Aydoğan


Yanlış bilgi felaket kaynağıdır!

Yanlış bilgi felaket kaynağıdır!


Yanlış bilgi felaket kaynağıdır!

19 Mayıs haftası nedeniyle Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile ilgili bir hikâye, bir hatıra İnternette dolaşıyor. Bu hikâyeyi bir yığın gazeteci ve yazar da bu hikâye, bu hatıra gerçek mi diye araştırıp sormadan, incelemeden gerçekmiş gibi gazetelerinde yazıyorlar, TV’lerde anlatıyorlar… Zaten bu hikâyeyi İnternette dolaştıranlar da kaynak olarak bunları kullanıyor…

Örneğin Rahmi Turan, Hürriyet (07 Kasım 2011), Altemur Kılıç, Yeniçağ (16 Ağustos 2009), Cemil Koçak, Star (22 Haziran 2012) gazetelerinde bu hikâyeyi yazıyorlar… Belgesel Tarih Dergisi bu hikâyeye yer veriyor (19 Mayıs 2019). Kimi sıfatında koca koca ‘’Profesör’’ yazan akademisyenler bu hikâyeyi yerel gazetelerde (Prof. Dr. İbrahim Bakırtaş, Karadeniz, 2 Mayıs 2019) ve değişik değişik internet sitelerinde paylaşıyorlar… Daha yeni 19 Mayıs 2021 Çarşamba günü ise Erol Mütercimler bu hikâyeyi Serhat Asker’in Halk TV'deki programında ciddi ciddi anlatıyor… Dediğim gibi bu hikâye, bu hatıra gerçek mi değil diye araştırmadan, incelemeden, sorgulamadan…

Bahsi geçen hikâye şu şekilde:

Emekli Hava Albayı Kemal İntepe hatıralarında anlatıyor

Hikâye ‘’Emekli Hava Albayı Kemal İntepe hatıralarında anlatıyor’’ diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:

1941 yılında İngiltere'ye uçuş eğitimi için gitmiştik. Londra'ya vardığımızda, yaşlı bir İngiliz hava binbaşısı, irtibat subayı olarak görevlendirilmişti. Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçe'yi bizlerden daha iyi konuşuyordu.

Mr. Salter'i birkaç defa eşi ile birlikte ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu. Emekli Binbaşı Salter bir akşam bana şunları anlattı:

‘’1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun'daki İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 günü İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı'ndan şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu telgraf, ‘16 Mayıs 1919 günü, Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan ayrıldığını, eğer Samsun'a inecek olursa tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesini' istemekte idi.

Gerekli emirleri verdikten sonra Samsun'a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı. Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı görünüyordu. Siyah çizmeli, külot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkatimi çekti. Sonradan bunların Türk subayları olduğunu öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir'i işgal etmişler, Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyordu. Bütün gece hiç uyuyamadım.

19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Askerlerimle çevreyi kordon altına aldım.

Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalık heyecanlıydı. Bir de baktım ki, her askerimin arkasında siyah çizmeli, kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.

Vapur iyice göründü. Görevimi iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Mustafa Kemal Paşa'yı orada tutuklayacaktım.

Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak, tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım. Güvertede beni selamlayan iki tayfaya: ‘Vapurdaki generali görmek istiyorum' dedim.

Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi salona aldı... Herkes ayakta idi...

Ortada, mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: ‘Taburum emrinizdedir!'

Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemiştim. Rum tercümanım şaşırdı, bir an durakladı. Ben kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti.

Mustafa Kemal Paşa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktı.

Sanıyorum, bakışlarından etkilenip bir anda teslim olma kararı vermiştim. Gözlerinin, inanılmaz bir etkileyici gücü vardı.

Öteki sandallar da vapura ulaşmışlar, çevreyi doldurmuşlardı.

Mustafa Kemal Paşa, gemiye çıkan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra, vapurdan benim motorumla ayrıldık.

İskeleye vardığımızda muavinime, taburu safta toplayıp silah çattırmasını ve hepsinin Türk makamlarına teslim olmasını emrettim. Biraz durakladı, sonra asker selamı verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı...

Bu yüzden, İngiltere'ye dönünce askeri mahkemede yargılandım. ‘Bir İngiliz subayı, nasıl olur da bir Türk generalin emrine girer? Bu vatan hainliğidir!' diyorlardı.’’

Mr. Salter, olayın devamını şöyle anlatıyor: ‘‘Mustafa Kemal Paşa benim yanıma, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle ve kendi şoförümle birlikte, misafir edileceğimi söyledikleri Ankara'ya gönderdi.

Taburumun tutuklu erlerinin de, Çorum, Çankırı ve Kastamonu'da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğini öğrendim.

Türklerin Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar Ankara'da, Hacıbayram Camii'nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap evde kaldım.

Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve sıksa suyumu çıkaracak kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bu evde oturdum. Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta'daki Türk esirlerle değiştirildik.

İngiltere'ye döner dönmez tutuklandım ve vatana ihanet suçundan divanı harbe verildim. Hakkımda ağır hapis isteniyordu!

Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnat edilen suç, taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Savcı, teslimiyetimin vatana ihanetle eşdeğerde bir suç olduğunu iddia ediyor ve en ağır şekilde cezalandırılmamı istiyordu.

Yüksek Askeri Mahkeme'nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim:

‘Sayın hâkimler... Başbakanımız Lloyd George, Avam Kamarası'nda şöyle bir soruya muhatap olmuştur: Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkarttık... Ve o tarihten bu yana milyarlarca sterlini bulan masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir'de denize döküldüler. Ayrıca Anadolu'daki bütün Rumlar atıldılar veya göçe zorlandılar. Bu olayda bizim kazancımız nedir? Hiç... Bu akılsızca bir gaf, korkunç bir hata, büyük bir felaket değil midir? Bu sert ve suçlayıcı soruya karşılık Başbakanımız Lloyd George şu cevabı vermiştir: Yüzyıllar bir veya iki dâhi yetiştirir. 20'nci yüzyılın dâhisinin Mustafa Kemal adıyla Türkiye'den çıkacağını ben nereden bilebilirdim? Görüyorsunuz sayın hâkimler... Karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği 20'nci yüzyılın dâhisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi? Eğer ben o gün başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir.'

Beraat ettim ve terhise tabi tutuldum. Ailemle birlikte Türkiye'ye gidip Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ettim. Paşa beni muhteşem nezaketiyle karşıladı. Tekrar görevli olarak İngiltere'ye çağırılmasaydım, Türkiye'de kalacaktım...

İngiltere'ye döndüğümde beni, Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne aldılar ve... İstihbarat Başkanlığı'nda önemli bir görev verdiler. Türkiye ile İngiltere arasında irtibatı sağlayan grupta görev yapıyorum.’’

Emekli Hava Albayı Kemal İntepe anılarında Binbaşı Salter için “İki yıldan fazla bir süre birlikte olduk. Bu süre içinde her zaman bizleri savundu ve kendisini daima bizden biri saydı. Büyük bir Atatürk hayranıydı’ diyor."

Bahsi geçen anı, hatıra, hikâye bu kadar...

Gerçeğin kendisi

Bu yazı veya anı veya hatıra her neyse yıllardır bu şekilde İnternette dolaşıp duruyor… Bu hikâye hala değişik İnternet sitelerinde kocaman kocaman duruyor… Ancak bu yazı veya anı veya hatıra adı her neyse gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını değerlendiriyorum…

İşin acı olanı ise bu yazıyı sözde kendilerini tarihçi, yazar, gazeteci olarak tanıtanların sayfalarına sütunlarına alıp işlemeleri, yayınlamalarıdır...
 
Daha acı olanı ise bu yazının TSK Dergisinin Mayıs 1984 tarihli 291 nolu sayısında da yayınlanmış oluşudur. Bu daha çok acıdır çünkü TSK Dergisi ATASE Başkanlığı çıkarıyor, içinde onlarca tarihçi barındırıyor.

Yazıyı yazan bu albayın (Kemal İntepe) yayınlanmış hiçbir kitabı bulunmuyor. Bu sözde anısı da yazdığım gibi sadece ve sadece TSK dergisinde yayınlanıyor… Sanırım diğer insanlar da bu dergiye ve sahibine güvenerek doğruluğunu araştırmadan, incelemeden, sorgulamadan oradan alıp yayınlıyorlar…  

Hatıratta deniyor ki Mustafa Kemal’i Samsun’da İngiliz askerleri tutuklayacaklardı... Ancak İngilizlerin verdiği böyle bir emir yoktur. Kaldı ki Mustafa Kemal’e İstanbul’dan Samsun vizesini İngilizler vermişlerdi. Gemi yolculuğu iki gün sürdüğüne göre İngilizler ne oldu ki fikir değiştiresinlerdi. Mustafa Kemal’i tutuklayacaksalardı İngilizler isteselerdi İstanbul’da iken Şişli’de tutuklarlardı.

Samsun’da bir İngiliz İşgal Taburu olduğu doğrudur. Belki de hatıratta tek doğru olan cümle de budur…

Hatıratta Mustafa Kemal’in Samsun’da iskeleye çıkışında sabah namazından çıkan kalabalıklar tarafından karşılandığını yazıyor. Ancak Mustafa Kemal’i hiç de kalabalıklar karşılamıyor… O an Mustafa Kemal kurtarıcı da değildir. Kimse daha Mustafa Kemal’in niyetini ve kim olduğunu bilmemektedir. İngiliz Subayın “Taburum emrinizdedir” tekmili tamamen asılsız bir safsatadır. Kâzım Karabekir’in Erzurum’da söyleyeceği cümle buraya aşırılıyor… .

Hatıratta İngiliz Taburunun Çorum, Çankırı ve Kastamonu’da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğinden bahsediliyor. O zaman için bu illerde böyle bir esir kampı da bulunmuyor. Zaten Türkiye’deki bütün İngiliz tutsaklar, Mondros ateşkes anlaşmasına göre serbest bırakılıyorlar…

Hatırata göre İngiliz Binbaşı dört yıl Ankara’da kalıyor, savaş bitince de Malta’daki Türk esirleriyle değiştiriliyor… Hâlbuki Malta’daki değiş tokuş daha 1921 yılının Ekim ayında tamamlanıyor…  

Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonunda (1919) karacı binbaşı rütbesinde olan bu İngiliz subayının İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında (1941) tekrar göreve çağırılıp uçuş eğitimi veren havacı bir birlikte bu sefer de aradan geçen yirmi yıla rağmen hem hala binbaşı rütbesinde kalması hem de havacı olarak görev alması biraz fantezi oluyor…

Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk ne “Nutuk”ta ne de bir başka hatıratında veya söyleşisinde kendisini teslim almak isteyen veya hatıratta yazdığı gibi kendisine teslim olan bir İngiliz taburundan bahsediyor.

Daha daha vahimi Bilâl Şimsir’in “İngiliz Belgelerinde Atatürk” (Türk Tarih Kurumu, 1992) kitabında İngiliz Binbaşı Salter diye bir isim bulunmuyor... Bu kitapta Samsun’daki İngiliz kuvvetinin Komutanı olarak sadece Yüzbaşı Hurst’dan bahsediyor… Aynı şekilde Gotthard Jaeschke de “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri” (Türk Tarih Kurumu, 1991) aynı yüzbaşıdan (Hurst) bahsediyor… Her iki kitapta da Binbaşı Salter diye bir İngiliz subayından bahsedilmiyor…  

Asıl zararı Atatürk’e bu insanlar veriyorlar… Atatürk’e en büyük zararı okumadan, araştırmadan, incelemeden, bilmeden, sorgulamadan duyduklarına inananlar, duyduklarını aktaranlar zarar veriyor… Bu yazının TSK Dergisinde yayınladığı tarih: Mayıs 1984. 12 Eylül dönemi... Sözde Atatürkçülerin 12 Eylül yönetimine yaranmak için veya sözde Atatürkçü 12 Eylül yönetiminin Atatürk’ü efsaneleştirmek için uydurdukları bir hikâye olduğu akla geliyor…

Ben yazar, çizer, tarihçi, akademisyen falan değilim… Ben, sadece ve sadece dikkatli bir okurum. Hata yapma ihtimalimi saklı tutuyor ve konuyu gerçek tarihçilere havale ediyorum…

Çünkü yanlış bilgi felaket kaynağıdır…

Kazım Karabekir’in kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu, Genelkurmay Karargâhında yapılan bir anma töreninde de şöyle konuşuyor: “Babamın bir sözü vardır, sık sık tekrarlamak ihtiyacı duyarım; ‘Vatandaş! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren! Sonra münakaşasını istediğin gibi yap! Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır.’ ”