Osman Aydoğan


Yakınma


Önce bir hikaye: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Gencecik bir veliaht, babası ölünce İran tahtına çıkmış. Ülkesini iyi yönetmek için dünya tarihini öğrenmek istemiş. Ünlü, ünsüz ne kadar bilgin varsa sarayına çağırmış. Demiş ki: ´´Bana dünya tarihini yazınız!. Okuyup öğreneyim, ülkemi ona göre doğru dürüst yöneteyim.´´ Bilginler: ´´Buyruk sizin sultanım´´ demişler ve çalışmak için dağılıp gitmişler. Bir yıl... Üç yıl... Beş yıl... On yıl... Yirmi yıl... Bilginlerden ses seda yok. İran Şahı, yeniden haber salmış bilginlere: ´´Ne oldu dünya tarihi? Okuyup öğrenecek, ülkeyi ona göre yönetecektik... Tez getirin araştırmalarınızı, incelemelerinizi, çalışmalarınızı, yazdıklarınızı!...´´ Bilginler, kırk deve yüklü kitapla yola çıkıp saraya gelmişler: ´´Araştırdık, inceledik, çalıştık, yazdık. Buyurun işte kırk deve yükü kitap´´, demişler. Şah: ´´Benim´´ demiş, ´´kırk deve yükü kitabı okuyup ülkeyi ona göre yönetmeye zamanım yok. Siz bunu biraz kısaltın da öyle getirin!...´´ Ve yine bir yıl geçmiş... Üç yıl... Beş yıl... On yıl.. Şah, merak edip duruyormuş dünya tarihini... Sonunda bilginler, kırk deve yükü kitabı iki deve yüküne indirmişler. Saraya gelip, yıllarca sürmüş olan araştırmalarının, incelemelerinin, çalışmalarının özetini Şah´a sunmuşlar... Şah: ´´Yok´´, demiş; ´´bunları okumaya da zamanım yetmez. Siz gidin, bunların özetini de çıkarıp öyle gelin!...´´ Yine aradan yıllar geçmiş... Şah yaşlanmış. Dünya tarihini öğrenemeden ülkesini yönetmek zorunda kaldığı için üzgün, bilginlere bir haber daha salmış. ´´Ne oldu bizim dünya tarihinin özeti?´´ Bu kez bilginler bir eşek yükü kitapla gelmişler. Şah, dökülmüş saçları ve ak sakalıyla kitaplara bakmış: ´´Vakit yetmeyecek´´, demiş. ´´Siz bunun da özetini çıkarıp öyle gelin!´´ Bir yıl... Üç yıl... Beş yıl... Şah, ölüm yatağına düşmüş. Dünya tarihini öğrenemeden ülkesini yönettiği için kendisini suçluyor, sayıklamalı karabasanlar içinde, "Şu dünya tarihini öğrenemeden şahlık etmenin utancıyla ölüp gideceğim, ne yazık" diyormuş. Derken efendim... Bilginlerin pir-i fanisi, koltuğunun altında bir kalın kitapla çıkagelmiş. ´´Sultanım, dünya tarihini özetleye özetleye bu kitaba indirdik´´, demiş. Ama Şah, son nefesini vermek üzereymiş: ´´Onu da okumaya vakit kalmadı´´, demiş. ´´Hiç değilse bana şu dünya tarihini, sözlü olarak kısaca kulağıma anlatın. Öğrenmeden ölmüş olmayayım.´´ Bilginlerin pir-i fanisi, Şah´ın kulağına eğilmiş: ´´Dünya tarihinin özeti şudur´´ demiş: ´´Doğdular, acı çektiler ve öldüler.´´ *** Bu hikaye ince, çekimli ve hatta derin görünüyor... Oysa Şark mazoşizminin tipik bir anlatımıdır. İnsanlar doğarlar, yakındıkları kadar da acı çekmezler. Durgun göllerde taş kaydırdıkları günler olur... Sevdikleriyle ilk kez kavuştukları günler... Diploma aldıkları günler... İş buldukları günler... Tavlada mars yaptıkları günler... Türkü çağırdıkları günler... Askerliği bitirdikleri günler... Dönerli beğendi yedikleri günler... Yeni doğmuş çocuklarının ayaklarını kokladıkları günler... Yakınmak, Şarkın alışkanlığıdır. Şahların, köle, kul olarak kullandığı insanlar, yakınmayı, bir kader saysınlar diye... Yaşam, yakınmanın bitmediği yerde bir zebani topuzu; yakınmayı yenmiş olanların da, bir gül bahçesidir... Çetin Altan