Osman Aydoğan


Türk Edebiyatı´nın açmamış çiçeği; Şükûfe Nihal (5)


Kızı Günay´ın bebeğini doğururken hayata gözlerini yumması yaşamla ilişkisinin tamamen kopmasına neden olur. Yurtdışında felsefe öğrenimi gördükten sonra Taksim ve Osmanbey´de İstanbul´un en tanınmış iki kitabevini açan ilk eşinden olan oğlu Necati Sander, annesinin bu durumuna çok üzülüyor ve onu böyle görmemek için ?´yüreğim dayanamıyor´´ diyerek yanına uğramaz, annesiyle alâkasını keser. Hayatın zorlaşması sonucu yakın arkadaşları Hasene Ilgaz (CHP Çorum Milletvekili) ve İffet Halim Oruz´un açtıkları Bakırköy´deki huzurevine yerleşir. Kız kardeşleri Bedai Taş ve Muhsine Akkaş da artık yaşlanmışlardı, sık gelemezler huzurevine. Yalnızlığı ve hüznü olanca şiddetiyle yaşadığı ve belki de geçmişin muhasebesini yaptığı son durağıdır huzur evi? Şükûfe Nihal yaşamı boyunca hep mükemmel aşkı aramıştır. O´nun aradığı aşk tensel değil, tinsel bir aşktır. Şükûfe Nihal´in ?Bir Şey Unuttum´´ isimli şiirindeki şu dizeleri sanki huzur evindeki hesaplaşmasını anlatır: ?´Yalnız, Gönlümde bir acı var, adını bulamadım; Kırık gibi kanadım! Bir şey mi kaybettim, ne? Ellerim bomboş gibi.. . Bir yakuttan kadeh ki varlık çatlamış gibi .. . Ses mi, çiçek mi desem; Işık mı, renk mi desem; Sanki, geçtiğim yolda bir şey unuttum!... ?´ Huzur evinde bütün ilişkileriyle hesaplaşır. Evlilikleriyle, kendine âşık olan herkesle iç hesaplaşması yapar. Bunlar arasında Nazım Hikmet, Fâruk Nâfiz ve Ahmet Kutsi Tecer de vardır.. Bir tek, aşkı uğruna ölümü seçen ve yakın dostlarına, "Tek aşkım odur. Beni tek seven de odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı" diye dert yandığı Osman Fahri´yle hesaplaşamaz? Son nefesini verdiği 24 Eylül 1973 yılına kadar onu düşünür. Son nefesine kadar Osman Fahri´yi hayalinde yaşatır ve ona duyduğu aşkla hayata veda eder. ?´Şükûfe´´ Farsça kökenli bir isimdi, ?´açmamış çiçek, tomurcuk´´ anlamına gelirdi... Şükûfe Nihal adı gibi açmadan solan bir çiçek olarak bu dünyadan göçtü gitti. Selim İleri´nin ?´Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın? isimli kitabının sonlarına doğru ?Uzlet? başlığıyla yer alan bölümde Şükûfe Nihal´in huzur evindeki son günleri anlatılır. Kitapta bir yakınını huzurevinde ziyaret eden anlatıcı şu şekilde anlatır Şükûfe Nihal´i: ? ?.. o kadar mahzun, yalnız, içli, o kadar ?mükedder´miş ki, yarı ´mefluç´ olmasa bile aşağıya, oturma odasına, öteki yaşlıların yanına ineceği yokmuş. Adı Şükûfe Nihal olan bu hanım kendi ?mehpes´inde hala şiirler yazıyormuş, içe kapanıyormuş, ayrılırken bu dünyaya dargın, küskün ayrılıyormuş. (Mehpes: Hapishane. Mükedder: Kederli, üzgün. Mefluç: Felçli ) Huzurevinde bir iki kez ziyaret ettiğiniz gözleri sürmeli Bedia Hanım, ille Şükûfe Nihal Hanımın odasına da uğramamızı isterdi. Yatağında yarı doğrulmuş, daima eski şiirlerini okurken ya da yeni şiirler yazmak isterken bulurduk onu. Daima diyorum ama, Şükûfe Nihal Hanımı en çok gördüğüm gün beş on dakikadan öteye geçmez. Gözleri sürmeli Bedia Hanım bir edebiyat aşığı olduğumu söyleyince, Şükûfe Nihal, ?Size bir şiir okumamı ister misiniz çocuğum?´ diye sormuştu. Arkadaşının elini bırakıp gittiğini söylediği bu şiiri dudağımı ısırarak dinlemiştim.