Osman Aydoğan


Sultan II. Abdülhamid ve Günümüzdeki Özentileri (2)


Ancak bunların yanında Osmanlı İmparatorluğu en büyük toprak kaybını da Abdülhamid zamanında yaşar. Mısır, Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Kıbrıs Abdülhamid zamanında kaybedilir. 1878 Berlin Anlaşması´yla Batum, Kars, Ardahan, Oltu Ruslara, Kotur kazası İran´a bırakılır. 1881´de Tunus Fransızlara terk edilir. 1887´de Girit´in özerkliği kabul edilerek Osmanlı´dan ayrılmasının yolu açılır. Girişte bahsettiğim Prof. Vahdettin Engin´in ?II. Abdülhamid ve Dış Politika? adlı kitabında Padişahın Sadrazam´a yazdığı 13 "hususî irade"nin metinlerine yer verilir. Bu metinleri incelediğimizde; Sultan II. Abdülhamid´in; - dış siyaseti açısından - Rusya´yı yanı başımızda ürkütülmemesi gereken bir dev olarak gördüğü, Almanya ve Avusturya´yı dostane ilişkilerin geliştirilmesi gereken devletler olarak düşündüğü, İran´ı ise Osmanlı Devleti´nin rakibi olmakla birlikte İslam devleti olması hasebiyle diğer Batı devletlerine karşı gücün kırılmaması için iyi geçinilmesi gereken bir devlet olarak değerlendirdiği görülür. Bu değerlendirme Abdülhamid´i çok seven, yere göğe sığdıramayan özentileri İslamcılar tarafından ne yazık bugün dahi yapılamamaktadır. Bu kitapta ilginç bir bölüm var? Hani Türkiye´de Osmanlı medreselerini savunan ve medreselerin kapatılmasına hayıflanan bir kısım zevat var ya? Sanki bu bölüm onlara cevap gibidir: Kitapta Japon İmparatoru´nun, İslamiyet´in muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir din heyetinin ülkesine gönderilmesini Sultan Abdülhamid´ten talep ettiğini yazıyor. Abdülhamid bu talep üzerine ne cevap vermiş? Onu da kitaptan okuyalım: ?Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim. Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri olduğu kadar, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet´in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi. Velhasıl Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerine ve onları yetiştirecek kaynaklara sahip değildik. Medreselerimiz birer ilim irfan kaynağı olmaktan mahrumdu.? Osmanlı´ya özenenlerin, Osmanlı´nın medreselerini özleyenlerin özendikleri Osmanlı´nın ve özledikleri medreselerin hali işte bu. İşin tuhaf tarafı ise bu medreseleri özleyen İslamcıların kendilerinin de Abdülhamid´in tarif ettiği din adamı vasıflarına bile sahip olamayışlarıdır. Bahsettiğim ikinci kitap ise Mim Kemal Öke´nin kitabı idi: ?´Saraydaki Casus: Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery, (İrfan Yayıncılık, İstanbul 2009) Arminius Vambery Macar asıllı bir Türkolog, seyyah, siyasi Siyonist ve bir İngiliz casusu idi. Vambery aynı zamanda da bir İslam araştırmacısı idi. (Der Islam im 19. Jahrhundert - 19. Yüzyılında İslam- Leipzig 1875) Arminius Vambery, Turancılığı Pan-Cermenizm ve Pan-İslavizm´e karşı ilk ortaya atan kişidir. Bir yazısında "Bir Anglo - Sakson, bir İslav, bir Latin milleti mevcut olduğu gibi bir turan kavmiyeti ve medeniyeti vardır ve o cemiyetin bayraktarı Türklerdir... Türkler atisi birçok kavimden daha emindir." diye yazar. Vambery 1906´da ?´Panislamizm´´ adlı yapıtında Abdülhamid´in Panislamizmini korkuluğa benzetir. Nitekim İslam Halifesi´nin Panislamist bir politika gütmesi veya cihat çağrısı yapmasının Osmanlı düşmanı ülkelerin kâbusu olduğunu bilen Abdülhamid´e göre ´´cihat´´ bir göz korkutma aracı, tehdit olarak kalmalıydı. Abdülhamid de saltanatı boyunca bu silahı hiç kullanmaz. Bu nedenle 93 Harbi olarak anılan 1877-78 savaşı sırasında Abdülhamid, Ruslara karşı cihat açmadığı için Ali Suavi tarafından eleştirilir. Birinci Dünya Savaşı ilan edildiğinde Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı´nda sürgünken halefi Mehmet Reşat´ın cihat ilan ettiğini öğrenince çok şaşırır, bunu büyük bir hata olarak niteler ve kızına şöyle der: ?´Cihadın kendisi değil, fakat ismi elimizde bir silahtı.´´ Nitekim olaylar Abdülhamid´i haklı çıkarmış cihat ilanı fiyasko ile sonuçlanmıştı. Beni Abdülhamid hakkında bu uzun girizgâhı yapmama sebep ise üzerinde güleyim mi ağlayayım mı diye düşündüğüm bir televizyon dizisinde geçen bir sahne? TRT´de yayınlanan ?´Payitaht Abdülhamid´´ dizisinin ilk bölümünde geçen bir sahne var. Abdülhamid İngiliz elçisinin kendisini aldattığını fark edip suratının orta yerine bir Osmanlı tokatı konduruyor. Elçi yere seriliyor. Abdülhamid´i anlatan hiçbir kitapta böyle bir sahne yoktur. Kaldı ki Abdülhamid devlet işlerinde protokol kurallarını önemseyen bir padişahtır. Eh.. Ne yapsınlar? Vatan toprağı Süleyman Şah türbesini koruyamayanlar, Ege adalarını Yunanlılara kaptıranlar, Irak ve Libya´nın parçalanmasında, Suriye´nin karıştırılmasında Haçlı ordusuyla işbirliği yapanlar, tüm komşularıyla kavgalı olanlar, AB´ye, Almanya´ya, İran´a, Irak´a posta koyanlar, Suriye´de fetih peşinde koşanlar, ABD ile Rusya ile bir türlü dikiş tutturamayanlar, sonuç olarak ´´değerli bir yalnızlığın´´ kör kuyusunda olanlar sanal da olsa bir paye peşinde koşuyorlar. Görüldüğü gibi Tarihi ?anlamaya? çalışarak ve ´´anlayarak ders çıkarmak´´ yerine sanal da olsa tarihi çarpıtarak egolarımızı tatmin ederek açıklarımızı kapatmaya çalışıyor ve önyargılarımızı savaştırıyoruz. Önyargılar yerine bizi araştırmalara yöneltecek meraklarla, kült ve idoller yerine analitik düşünceyle zihinlerimizi harekete geçirmiyoruz? Abdülhamid´e öykünen bu arkadaşların görüldüğü gibi zerre kadar da olsa bir tarih bilgisi yok? Güya Abdülhamid´e öykünürler? Lakin Abdülhamid´in tırnağı bile olamazlar? Abdülhamid kendisine öykünenlerden çok daha tedbirli, akıllı ve ihtiyatlı, dış politikası da bunlarınkinden çok daha gerçekçiydi. Hiç olmazsa Abdülhamid, çöken bir imparatorluğu modernleştirmeye, çağdaşlaştırmaya çalışarak ömrünü uzatmaya çabalıyordu... Abdülhamid´e öykünen bu arkadaşlar ise modern ve çağdaş bir devleti gerisin geri Orta Çağa götürmeye çalışıyorlar... Girişte de vurguladığım gibi toplum olarak en büyük yanlışımız; önyargı ve duygularımızın bizi besliyor oluşudur, okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ?´anlama´´ gibi zihni melekelerimizin engellenmiş oluşudur, hamasetten bilgi seviyesine gelememiş oluşumuzdur, rasyonel, metodik ve analitik düşünce eksikliğimizin oluşudur. Eğer bu eksikliklerimiz olmasaydı işte o zaman anlardık Osmanlı´yı da, Abdülhamid´i de, medreseleri de, Türkiye Cumhuriyeti´ni de, Lozan´ı da, Musul´u da? ´´Hayat ileriye doğru yaşanır ancak geriye doğru anlaşılır´´ derler.. Bir nebze de olsa Tarih bilmiyorsanız hiçbir şey bilmiyorsunuz demektir. Geleceğiniz karanlık demektir. Hele hele bir de bilmediğiniz tarihi çarpıtıyorsanız eğer....