Osman Aydoğan


St. Gotthard / Mogersdorf Muharebesi -2 -

1664 St. Gotthard – Mogersdorf Muharebesi


1664 St. Gotthard – Mogersdorf Muharebesi

Muharebe öncesi

Viyana’nın atlattığı bu tehlike ve Moravya’nın tümüne yakınının yıkılması bütün Almanya’da ve Avrupa’da yankılar uyandırır. Fransa Kralı XIV. Ludwig (Louis) inisiyatifinde 1663 yılında Almanya’nın Regensburg kentinde toplanan İmparatorluk Parlamentosu Papa VII. Alexander’ın Türklere karşı bir Batılı koalisyonu hayata geçirme çağrısı üzerine bir ittifakı kararlaştırırlar… Bu ittifak Hıristiyan ordularını tekrar bir araya getiren bir koalisyon olarak Haçlı ruhunu canlandırır…

Bu ittifaka; Papa ve İspanya Kralı V. Philipp para ve savaş malzemesi yardımı, Bayern, Brandenburg ve Sachsen yardım birlikleri, Rheinische Allianz (Ren Birliği) 5.000 kişilik yaya ve 200 at, Fransa * 4.000 piyade ve 2.000 atlı, İmparatorluk ordusu 30.000 yaya, Macar soylularından 25.000 atlı ve yaya birlikler ile Avusturya çoğu istihkâmlarda olan 15.000 süvari ve 36.000 yaya birlikler ile katılırlar… Teorik olarak Koalisyon ordusu 100.000 kişiye ulaşır ancak uzun seferberlikten sonra ancak 50.000 kişi sefer için toplanabilir… Her birlik kendi milli komutanlarının komutası altındadır… Bu koalisyona İtalya, İspanya ve İsveç de katılır…

Görüldüğü gibi Fransa bu koalisyona 4.000 piyade ve 2.000 atlı ile katılır. Ancak Fransa ülkesinin Osmanlı ile olan ilişkilerini aksatmamak için bu yardımı resmen yapmaktan kaçınır. Nasıl Akdeniz’de Fransızlar, Papalık bayrağı altında Türklere karşı yelken açtılarsa burada da Alsaslılar olarak Ren Birliğinin kontenjanı altında Macaristan sınırında ortaya çıkarlar. Fransız elçisi M. de Nointel, 1673 yılında (St. Gotthard Muharebesinden sonra)  Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa’ya sunmuş olduğu bir takım öneriler yanında Osmanlı sınırlarında yaşayan Katoliklerin koruyucusunun Fransa Kralının olması isteğini de yeniler. Bu istekler karşısında şaşıran Sadrazam, Fransız elçisinin eski dostluktan bahsetmesi üzerine, ‘’Fransa eski dostumuz lakin her zaman düşmanlarımızla birlikte buluyoruz’’ cevabını vererek Fransa’nın Saint Gotthard Muharebesi ile Girit kuşatmasına yapmış olduğu yardımları hatırlatır.[17]

Bu koalisyon ordusunun komutası da Avusturya’nın en ünlü komutanlarından İtalyan asıllı Mareşal Raimund Graf Montecuccoli’ye verilir… Montecuccoli öncelikle Avusturya ordusunu yeniden düzenler.[18]

Mareşal Raimund Graf Montecuccoli ‘’Otuz Yıl Savaşları’’nda, Ganimet Savaşlarında ve Türk Savaşlarında tecrübe kazanmış deneyimli bir general ve aynı zamanda askerî teorisyen olarak uluslararası değeri vardır. İtalyan asıllıdır. Mareşal Gian Giacomo de Trivulzio’ya (1441-1518) ait ‘‘Savaşın üç şeye ihtiyacı vardır; bunlar para, para ve bir kez daha para’’ sözü kendisine tarafından tanıtılmıştır.

Bu arada Osmanlı Ordusu’nun kışlığa çekilmesinden yararlanan Avusturyalılarla Hırvat Beyi Niklas Zrinyi (Zigetvar komutanının oğlu) kuvvetlerini birleştirerek 50.000 kişilik bir ordu ile Kanuni’nin son seferine zapt edilmiş olan Zigetvar’a doğru harekete geçerek Babocsa palangasını işgal ettikten sonra Zigetvar Kalesini muhasara ederler...

Bunu haber alan Fazıl Ahmet Paşa 31 Ocak 1664 günü birkaç bin kişi ile Belgrat’tan Zigetvar istikametinde yola çıkar. Bunu haber alan Avusturyalılar 6 Şubat 1664 günü muhasarayı kaldırarak geri çekilirler…

Avusturyalılar 29 Nisan 1664 günü 60.000 kişilik bir kuvvetle Kanije’yi muhasara ederler ancak 7 Mayıs 1664 de Fazıl Ahmet Paşa’nın Belgrat’tan hareket ederek 4 Haziran günü Kanije’nin bir saat mesafe yakınına gelince muhasarayı bırakarak çekilip giderler...

Kanije’yi bırakan Avusturyalılar Kanije’ye iki saat mesafede Drava ve Mura nehirlerinin kavşağında ve Drava’nın sol sahilinde bulunan Yenikale’ye (Serinvar) çekildikleri için Fazıl Ahmet Paşa da bu istikamette ilerler… Bunun üzerine Avusturyalılar karşı sahile çekilirler. Yenikale Osmanlılar tarafından muhasara edilir… Bu kale 20 gün süren muhasaradan sonra zapt ve tahrip edilir… Önceki görüşmelerde Osmanlıların barış şartı olarak ileri sürdükleri bu kalenin tahribi böylece mümkün olur…

Yenikale’nin ele geçirilmesinden sonra Fazıl Ahmet Paşa Raab (Yanık) Kale’nin zaptına karar verir. Bu kale III. Murat Zamanında ele geçmiş, III. Mehmet zamanında elden çıkmıştır.

Osmanlı Ordusu Serinvar’dan Yanık Kale’ye (Raab) ilerlerken o civarda yol üzerinde bulunan Komeron, Egersek, Poeleske, Egervar, Kemendvar ve Kapornak kaleleriyle palangaları karşı koymadan teslim olurlar…

Raab Kalesi, Raab Nehrinin sol sahilinde bulunduğu için nehrin sağ sahilinde bulunan Osmanlı Ordusu nehrin yukarı taraflarından münasip bir geçit yerinden karşıya geçmek zorundadır…  

Montecuccoli’nin komutasındaki Alman, Avusturya, Macar ve Fransız askerlerinden kurulu müttefik ordusu da nehrin sol sahilini takip ederek, Osmanlı Ordusunun Raab Suyunu kuzeye geçmesini önlemeye çalışırlar…

Bir taraftan 1663’de Uyvar ve yukarıda adları geçen civar kalelerin Osmanlıların eline geçmesi, diğer taraftan Viyana ve Silezya yönlerinde yapılan akınlar, Avusturya ve Almanya’da büyük bir korku uyandırır… Bu kez Anadolu’dan gelen birliklerle Osmanlı Ordusu’nun daha da kuvvetlenmesiyle Raab Kalesi’nin zaptını hedef tutan faal hareketi karşısında, Avusturyalılar 29 Temmuz 1664’de Çakani (Czakany) mevkiinde Fazıl Ahmet Paşa’ya barış teklifinde bulunurlar... Avusturyalıların teklifi kabul olunur… Ancak 10 madde olarak hazırlanan barış antlaşması metni, Avusturya Hükümeti tarafından tasdik edilinceye kadar Osmanlı Ordusu muhasamatı devam ettirme hareketinde serbest olacağı taraflarca kabul edilerek harekâta devam olunur.[19]

Bu antlaşma ile 1663 seferinden amacına ulaşan ve istediğini elde eden Fazıl Ahmet Paşa muhasamatı devam ettirme serbestisini elinde bulundurur. Çünkü Fazıl Ahmet Paşa Avusturyalıların asla ikinci bir ordu çıkaramayacağını biliyordur. Buradaki ordu yenilgiye uğratılınca, kendisine Viyana yolu açılmış olacaktır. Birkaç gün içinde Tatarların öncüleri oraya ulaşabilir, asıl ordu da en geç iki haftada kentin önüne varırdı.

Bir yıl önce gidemediği İmparatorluk başkenti, artık ona elinin altındaymış gibi görünüyordur.[20]

St. Gotthard / Mogersdorf Muharebesi

Osmanlı Ordusu 30 Temmuz 1664 günü nehrin sağ sahilindeki Saint Gotthard Köyüne gelir ve sahile paralel olarak uzanan tepelerin sırtlarında çadırlarını kurar… Bu sırada Avusturya Ordusu da karşı yakada Mogersdorf Köyü’nün önlerine gelir… O zamanlar bu köyün adı Nagyfalva (Grossdorf) idi. 1698 tarihinde Mogersdorf adını alır.

Bu muharebedeki Osmanlı Ordusunun mevcutları hakkında Avusturya kaynakları mübalağalı rakamlar kullanırlar.[21] Avusturya kaynakları Osmanlı Ordusunu 50-60.000 kadarı muntazam asker olmak üzere 120 -130.000, Avusturya Ordusunu ise 30.000 olarak gösterirler… Hatta bazı kaynaklar Avusturya Ordusunu daha da küçülterek 26.000 olarak gösterirler.[22] Osmanlı kaynaklarına göre ise Avusturya Ordusu 50-60.000 kişidir.[23]  Kaldı ki bu miktarı diğer başka Avusturya kaynakları da teyit etmektedir. 1663 yılında Almanya’nın Regensburg kentinde toplanan ittifak başlangıçta 100.000 kişi toplanmasını kararlaştırmışsa da muharebe meydanına ancak 50.000 asker toplanabilir.[24]

Osmanlı Ordusu St. Gotthard’a geldiği gün, öncüler bu köyün bir saat (4 km) kadar güneybatısında dört atın yan yana geçebileceği, derinliği üzengi ıslatacak kadar olan bir geçit yeri keşfederler. Bu geçit nehrin kavis yaptığı bir bölge üzerindedir. Bu şekilde düşman ateşi kavisin en dış noktasından itibaren eğilmekte olan sahille örtülü kalmış olur. O gece karşı yakaya bir yeniçeri müfrezesi geçirilir ve ertesi günü bu geçit üzerinde hafif bir piyade köprüsü kurulur. Gece karşıya geçen müfreze fundalıklarda kendilerine siper kazarak yerleşirler. Daha ertesi günü (1 Ağustos) karşı yakada bir köprübaşı mevzii ele geçirmek maksadıyla Bosnalı İsmail Paşa komutasında 5.000 asker geçirilir. Ancak o gün başlayan yağmur nehrin sularını kabartır ve kabaran sulardan ve geçişlerden etkilenen köprü yıkılır… Karşıya geçen müfrezelerin Avusturyalılarla çarpışmaya başladığını gören Fazıl Ahmet Paşa Tatar süvarilerinin terkilerine bindirerek 5.000 kişi daha karşıya geçirir…

Nehri ilk geçen grup başarılı olur, karşı taraf birlikleri ne geçişi ne de tahkim çalışmalarını sezmişlerdir. Öyle ki, nehri ilk geçen askerler Avusturyalılarla muharebeye tutuştuğunda, bu Avusturya birliğinin komutanı Leopold Wilhelm von Baden-Baden ancak savaş başladığında yatağından kaldırılabilir.[25]

Yağan yağmur nehrin sularının yükselmesine, köprünün yıkılmasına ve geçişlerden dolayı nehir kıyısının kayganlaşmasına neden olur. Bu yüzden de Fazıl Ahmet Paşa karşı kıyıya takviye imkânı bulamaz…

İşte, Avusturya kaynaklarınca St. Gotthard Meydan Muharebesi diye ballandırılarak adlandırılan bu savaş; Raab nehrinin karşısına geçirilen ve takviye imkânı olmayan 10.000 kişilik Osmanlı Müfrezesinin 50-60.000 kişilik Avusturya büyük kısmıyla olan muharebesidir.

Başlangıçta nehri geçen birlikler süratle ilerleyerek Montecuccoli’nin çadırına birkaç metre kadar yaklaşırlar… Bu durum karşısında Montecuccoli’nin kurmaylarının kendisine ordunun imha olmaması için geri çekilmeleri gerektiğini söylemeleri Avusturya Ordusunun o andaki durumunun vahametini gösterir…  

Montecuccoli, boşta kalan kanatlarını merkeze çekerek ilerleyen Osmanlı kuvvetlerine taarruz ettirir. Osmanlı kuvvetleri çekilmek zorunda kalırlar.

Montecuccoli’nin boşta kalan kanatlarını merkeze çekerek ilerleyen Osmanlı kuvvetlerine taarruz ettiği zaman, nehri geçen Osmanlı kuvvetlerinin başlangıçta elde ettikleri başarıyı yeterli görerek hedefi ele geçirdiklerini düşünerek rahatladıkları, süvarilerin atlarından inerek ıslanmış elbiselerini kurutmakla meşgul oldukları ve ikindi vaktine kadar muharebe ettikleri için yorgunluklarını gidermek için istirahat ettikleri andır.[26]

1 Ağustos saat 12 civarında Montecuccoli kurmayları ve komutanları ile bir görüşme yapar. Avusturya kuvvetleri ya bulundukları mevzilerde savunma durumunda kalacaklar, ya da karşı taarruza geçeceklerdir. Montecuccoli’nin tüm kurmayları ve komutanları karşı taarruz hareket tarzını onaylamazlar. Bu hareket tarzının kendilerine çok pahalıya mal olacağını iddia ederler. Montecuccoli derhal karşı taarruza geçilmesi fikrindedir. Fransız birlikleri komutanı ‘‘İmparatorumuz bize askerlerimizi tehlikeye atmamamızı emretti’’ diyerek başlangıçta taarruza katılmak istemez. Montecuccoli’yi komutanlarından sadece Coligny destekler ve fikrini şu şekilde savunur: ‘‘Eğer düşman bu gece mevzilerinde kalırsa, sabaha hiçbirimizin kafası gövdesinin üzerinde kalmaz.’’

Bu sırada Osmanlı süvarileri (Nehri geçebilenler) kanatlardan taarruza başlayarak Avusturya Ordusunu kuşatmaya çalışırlar. Montecuccoli konuşması ile generallerini ikna eder, ya zaferi kazanarak ordusunu kurtaracağını ya da öleceklerini söyler ve karşı taarruza başlarlar.[27]

Burada Montecuccoli, Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Muharebelerinde Gelibolu’da oynadığı rolü oynar. Montecuccoli hatıratında bu olayı şu şekilde anlatır: ‘’Bir gece evvelden Türklerin aldığı çok sayıda yardım kuvveti karşısında Avusturya askerleri kokuya kapılarak kaçmaya başladılar. Tam bir bozguna uğrayacak iken Alman takviye birliklerini yanıma alıp savaş yerine yetiştim. Avusturya askerlerini biraz düzelterek bunlarla da Türklerin açık yanlarına taarruza geçtim. Türkler, bu taarruz karşısında dayanamayarak nehre doğru çekilmeye başladırlar. Bu durumu gören birlikler Türkleri nehre kadar takip ettiler… Eğer Türkler bizi önleyici bir taarruza geçselerdi imha edilmemiz muhakkaktı… Yanlarda kuvvetli bulunmak bizim için çok iyi oldu. Türkler bizi kuşatsalardı bir kişi bile kurtulmazdı.’’[28]

Osmanlı Ordusunun nehri geçen birlikleri suların yükselmesi ve köprünün yıkılması nedeniyle takviye edilemedikleri için karşı taarruza direnemezler. Ancak kahramanca savaşarak geri çekilirler. Montecuccoli hatıralarında bu askerlerin vuruşmalarını ‘‘takdire, hatta hayrete değer’’ şeklinde vasıflandırır.[29]

Karşıda kalan müfreze gittikçe yıprandığı için askerler geçit başında toplanırlar… Düşman kuvvetlerinin taarruzu karşısında kısmen düşman ateşi ile kısmen de nehirde boğularak Osmanlı kaynaklarına göre 4.000 şehit verilir…

Bu muharebede bulunmuş olan Evliya Çelebi de ‘’Seyahatname’’sinde şehit olarak; üç vezir, altı Sancak beyi, 11 Alay beyi, 1.080 yeniçeri, 1.800 sipahi ve dört bin kadar diğer askerlerden bahseder.[30]

Şehit sayısında da Avusturyalılar mübalağalı rakamlar vererek savaşta ölenleri 6.000 nehirde boğulanları ise 8.000 kişi olarak gösterirler. Hatta 25.000 rakamı bile mevcuttur. Fakat bu 14 ve 25 bin mevcutları karşı sahile geçen 10 bin kişilik birlik mevcudundan 4-14 bin fazladır.[31] Hatta bazı Avusturya kaynakları bu muharebede Osmanlı Ordusunun tamamının az kalsın yok alacağı iddiasında da bulunur.[32] Hâlbuki Osmanlı Ordusunun büyük kısmı nehrin sağ sahilinde ve muharebeye girmemiş durumdadır. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa; ‘‘Bu vakayı orduda ahşamdan sonra bile işitmemiş âdem nihayetsiz idi’’[33] (Bu olayı akşamdan sonra bile duymamış çok insan vardı) diye bu muharebeyi âdetâ bir müfreze müsâdemesi şeklinde gösterir.

Resmin ortasında Raab suyu, üstünde Osmanlı Ordusu, Raab suyun altında beri kıyıda ise Avusturya Koalisyon Ordusu görülmektedir. Nehrin kıvrım yaptığı geçiş yerindeki yığılma resimde net olarak seçilmektedir. Kaynak: 800 Jahre Mogersdorf, Gemainde Mogersdorf.

Avusturyalıların isteği üzerine 29 Temmuz 1664’de Çakani’de hazırlanıp St. Gotthard Muharebesinden sonra 10 Ağustos 1664 tarihinde imzalanan ve Osmanlıların yararına olan Vasvar barış Antlaşması hükümlerinde, Avusturyalılarca, büyük bir başarı olarak ilan edilen St. Gotthard Muharebesinin hiçbir etkisi olmaz ve on iki gün önce hazırlanan esaslara göre aynen imzalanır…

Vasvar Barış Antlaşması (10 Ağustos 1664)

Vasvar Barış Antlaşmasının belli başlı hükümleri şöyledir:[34] Avusturyalılar Erdel’de işgal ettikleri kalelerden çekilecekler ve bu memleketteki Avusturya ve Osmanlı kuvvetleri aynı zamanda çıkacaklardır. Türk himayesinde bulunan Erdel prensi yerinde kalacak ve Osmanlılara haraç vermeye devam edecektir. Son savaşlarda ele geçirilen Uyvar ve Novigrad kaleleri Osmanlılara bırakılacak. Osmanlı Ordusunun yıktığı Yenikale (Serinvar) tekrar yapılmayacaktır. Avusturya İmparatoru bir defaya mahsus olmak üzere 200.000 florin altın kıymetinde bir hediye verecek, Osmanlı Hükümdarı da münasip gördüğü hediyeyi gönderecektir.

Bu Avusturya seferi, Erdel sorunu yüzünden açıldığı için sefer sonunda imzalanan bu antlaşma, Avusturya’nın Türk üstünlüğünü bir kere daha kabul ettiğini göstermektedir.

Sonuç

Avusturya kaynaklarınca St. Gotthard Meydan Muharebesi diye ballandırılarak adlandırılan bu savaş; görüldüğü gibi Raab nehrinin karşısına geçirilen ve takviye imkânı olmayan 10 bin kişilik Osmanlı Müfrezesinin 50-60 bin kişilik Avusturya koalisyon ordusunun büyük kısmıyla olan muharebesidir.

Aslında Saint Gotthard/Mogersdorf Muharebesi Osmanlı İmparatorluğunun 1663/1664 yıllarına Fazıl Ahmet Paşa komutasında yapmış olduğu ve başarı ile sonuçlanan Avusturya Seferinin bir muharebesidir. Gerçekte Saint Gotthard Muharebesi kaybedilmiş bir muharebe değil, anlatıldığı gibi büyük kısmın muharebeye girmediği ve öncü kuvvetlerle yapılan neticesi alınmamış bir taarruzi harekâttır.  Gazi Ahmed Muhtar Paşa da ‘’Sen Sengotar’da Osmanlı Ordusu’’ adlı kitabında ‘’Osmanlılar için uzun süreli ve sonuç itibariyle başarılı geçen savaşın talihsizce nihayetten bir cephesinden ibaret olan çatışma, muhatapları tarafından dünyaya kendi zaferleri olarak sunulmuştur.’’[35] sonucuna varır.

Avusturya kaynakları bu muharebedeki güç dengesini Osmanlıların sayısını artırarak, kendi sayılarını küçülterek, Osmanlı kayıplarını çok, kendi kayıplarını az göstererek kaybettikleri bir savaşı bir zafer halinde kuşaktan kuşağa anlatarak canlı bir tarih bilinci yaratırlar.

Raab Nehri üzerinde 31 Temmuz 1664 günü kurulan köprüden Avusturya kaynakları pek bahsetmezler. Yağmur ve yükselen nehir suları nedeniyle yıkılan bu köprü nedeniyle birlikler takviye edilememiştir. Karşı kıyıya geçen birliklerin tek takviye noktası bu köprüdür. Eğer bu köprüyü yok sayarsanız (ki Avusturya kaynakları pek dikkate almıyorlar) karşı kıyıdaki 10 bin kişilik kuvvet muharebe ederken sanki hazır bekleyen 110 bin kişilik Osmanlı Ordusunun 50-60 bin kişilik Avusturya Ordusundan çekindiği için muharebeye girmemiş veya 50-60 bin (Avusturya kaynaklarına göre de 26 bin kişilik) Avusturya Ordusu karşısında mağlup olmuş olduğu sonucu çıkar ki bu da incelemede görüldüğü gibi doğru değildir.

Zaten muharebeden önce yapılan ve Osmanlı İmparatorluğu lehine olan antlaşmanın Avusturya Ordusunca kabul edilmesi bu savaşta gerçek galip tarafın kim olduğunu göstermektedir.

Vasvar Antlaşmasının bir an önce imzalanmasını isteyen tarafın da Avusturyalılar olması St. Gotthard muharebesinden sonra hala dimdik ayakta duran Osmanlı Ordusunun mukabil bir harekâtından Avusturyalıların çekindiği sonucu çıkmaktadır.

Avusturya, başlangıçta bu muharebeyi abartarak zafer olarak adlandırıp sonradan Vasvar antlaşmasına mecbur kalınca ne kendi ne de Macar kamuoyunu tatmin edebilir. Hatta Macarlar ihanete uğradıklarını düşünürler. [36]

Osmanlı Ordusunun hataları

Bu muharebenin neticesi alınmamış bir harekât olarak kalmasında Osmanlı Ordusunun tabii ki hataları olmuştur. Ahmet Muhtar Paşa ‘‘Saint Gotthard’da Osmanlı Ordusu’’ isimli eserinde bu hataları ‘‘Sen Gotar Meydan Muharebesinde İstihsâl-i Galebe olunamamasının Esbâb-ı Aslîyesi’’ başlığı altında şu şekilde sıralar:[37]

1. İlk defa olarak Raab Suyunu geçen ve imparatorluk ordularını kendi ordugâhları ortasında emniyetli bir şekilde istirahat ederken baskına uğratan Bosnalı İsmail Paşa komutasındaki Osmanlı kolunun himayesinde ihmal ve kusur olunarak zamanında ona lazım gelen takviyelerin gönderilmemesi ve bu şekilde düşman ordusu üzerine vurulacak kesin darbe imkânının elden kaçırılması,

2. Raab Nehri henüz yağmur nedeniyle yükselmeden Avusturya ve müttefikleri Ordusunun her iki kanadına da uzun süre hiç dokunulmayarak kanatlar serbest bırakılarak ve bu suretle Montecuccoli’ye kendi merkezi için bu kanatlardan yardım ve takviye imkânı verilmesi,

3. Kanatlar hücumlarına pek geç başladığı halde icralarında da gevşek davranılması, buna rağmen bu hücumların netice vereceği ve düşman ordusunun yok olmasına sebep olacağı anda nehir sularının yükselerek harekâtı engellemesi,

4. Şiddetle yağan yağmurların etkisiyle Raab Nehrinin öğleden sonra birdenbire şiddetle taşarak geçit yerinde nehir üzerinde kurulan hafif köprüyü alıp götürmesi ve bu suretle nehrin iki tarafı arasındaki irtibatın ve takviyenin kesilmesi,

5. Ordu beraberinde her şarta göre kurulması mümkün köprü takımlarının ve nehrin karşı sahile hâkim olacak menzilli topların ve hatta düşman ordusuna oranla yeterli miktarda adi topların dahi bulunmaması,

6. Müttefik askerlerin başkumandanı olan Montecuccoli’nin çok iyi yetişmiş, tecrübeli, bilgili, cesur, zeki ve metanetli bir general olması,

7. Bu muharebenin; kendi harp esaslarımızın bozulmaya, Avrupa askerliğinin ilerlemeye başladığı bir zamanda meydana gelmesi. Gerçekten de bu muharebe Avrupa ve Avusturya’nın 30 yıl denen savaşlardan sonra yeni ve hareketli savaş teknikleri tecrübeleri edinerek çıktıkları, Osmanlı Ordusunun ise bu zaman zarfında pek ciddi bir muharebeye katılmadıkları ve müttefik ordularına göre savaş teknikleri açısından daha geride oldukları bir döneme denk gelmiştir.

Bu muharebe aynı zamanda Osmanlı silah teknolojisinin artık eskidiği, Avrupa silah teknolojisinin de gelişim çağı içerisinde olduğu bir zamana denk gelir ve bu muharebe Osmanlının askerî teknoloji olarak geri kalmasının ilk işaretlerini verir… Montecuccoli Osmanlı topçusunun hantal ve ağır olduğu, hâlbuki Koalisyon Ordusunun toplarının ise daha seri, çevik ve isabetli atışları olduğunu hatıratında şu şekilde bahseder: ‘’Çok sayıdaki Türk topları, vurdukları noktada etkili olmalarına karşın kullanımda atak değil, yeniden yüklenmesi ve onarımı ise zaman alıyor. Çok miktarda cephane tüketiyor, gürültü yapıyor ve çarkları, yatakları, siper ve toprak setleri parçalıyor. Bizim toplarımız daha kullanışlı ve bizim Türklerden daha üstün oluşumuzun sırrı burada...’’[38]

Montecuccoli ise çağının en iyi generalidir. Eserleri tüm Avrupa askerî düşünürlerini ve generallerini etkiler, Napolyon dahi onun eserlerini okuyarak bilgi edinir.

Mohaç Meydan Muharebesi ile mukayese edildiğinde; orada Macar Ordusu kesin bir yenilgiye uğradığı halde bu kısa süreli zafere rağmen Osmanlı Ordusu her ihtimale karşı asker, at üstünde ve silah elde olarak harp meydanında kalırken; bu muharebede ise nehri geçen kuvvetler başlangıçtaki zaferi yeterli görüp emniyeti de terk ederek süvariler at üzerinden inerek ıslak elbiselerini kurutma gayretine girerler...  Bu durum; taktik kurallar içerisinde yer alan ‘‘hedefte tertiplenme ve yeniden teşkilatlanma’’ faaliyetinin ne kadar önemli olduğunu gösterirken aynı zamanda da Osmanlı Ordusunun artık Kanuni zamanındaki disiplininin ve askerî bilgisinin de kaybolduğuna işaret eder…

Bu muharebenin Avusturya’ya etkisi

Bu muharebenin Avusturya açısından en önemli sonuçlarından birisi de bu muharebenin Avusturya tarafından bir zafer olarak adlandırılması ile Avusturya’ya göre Osmanlı Ordusunun Avrupa’da ilk defa olarak yenilgiye uğratılıyor olarak gösterilmesidir.

Böyle bir psikolojik etkiye Avusturya’nın o zaman için ihtiyacı vardır. Avusturya’ya göre Osmanlı Ordusunun ‘‘yenilmez’’ unvanı sona eriyordur ve Osmanlı Ordusu artık ‘‘yenilebilir’’ bir hale gelmiştir. Bu etkiyi Avusturya 1683’de çok iyi bir şekilde kullanacaktır.

Bu duyguyu pekiştirmek için bazı batılı kaynaklar bu muharebeyi, bu muharebeden 300 yıl önceki Osmanlıların Sırpları ve Macarları yendikleri ‘’Sırp Sındığı’’ muharebesi ile mukayese ederek bu muharebeye ‘‘Türk Sındığı’’ ismi ile anarlar.[39]

Seferin lojistik açıdan incelenmesi

İstanbul’dan Avusturya sınırlarına kadar olan uzaklığa 100.000 mevcudu aşkın bir ordunun bütün silah, araç ve gereçleriyle yürümesi Türk Ordusu’nun hareket yeteneği bakımından üstünlüğünü işaret eder. Bu arada büyük bir orduyu ana vatandan uzaklarda beslemek, bütün ihtiyaçlarını sağlamak Türk Ordusu’nun lojistik bakımından da yeterli olduğunu ve seferin iyi hazırlandığını gösterir.

Buna karşılık Avusturyalılar kendi topraklarında aç ve susuz kalırlar.[40] Bizzat Montecuccoli anılarında ordusunda yiyecek ve cephaneleri kalmadığı için Türk Ordusunun takip edemediklerini, kendi ikmal işlerinin çok başıbozuk, Türklerdeyse mükemmel olduğunu yazar.[41]

Bazı Macar tarihçilere göre Osmanlı Ordusunun vurucu kuvvetinin Avrupa’da erişebileceği son hudut Macaristan arazisidir. Bu tarihçilerden Géza Perjés’[42] bu devirde bir ordunun en çok günde 20 km yol alabileceğine, insanların ve hayvanların dinlenmesi, erzak ve yem tedariki dolayısıyla da her dördüncü veya beşinci günü istirahat etmesi gerektiğine göre, günde ortalama 15 kilometrelik yol alabileceği neticesini çıkarır.

Ulaşım, erzak ve yem temini, konaklama güçlükleri dolayısıyla, kışın harbe çıkılmaz ve bu sebeple seferler ilkbahar ile sonbahar arasındaki aylarda yapılabilir. Bu zamanın 180 gün olduğu kabûl edildiğine göre ve günde 15 kilometre yürünebildiği anlaşılınca, bir ordunun bir harp mevsimi içerisinde alabileceği en uzun yol 2.700 kilometredir. Bu sayıdan dönüş çıkarılınca 1.350 km elde edilir. Lâkin 180 günlük muharebe zamanının en az bir ayı çarpışmalara ayrılınca, ordunun vurucu tesir sahası 900 km eder. Bu hesaptan anlaşılacağına göre, çarpışmalara ayrılması gereken 30 gün aşıldığı takdirde, ordunun kışlalara dönmesi gerektiğinden düşmanla muharebe suretiyle elde edeceği neticeyi alamadan çekilmeye mecbur kalacağı açıktır.

Bu hesabı dikkate Alan Fazıl Ahmet Paşa 1663 Uyvar Seferinden sonra İstanbul’a geri dönmez ve kışı Belgrat’ta geçirir. Kış içerisindeki Avusturya tehditlerini manevraları ile bertaraf eder. Ancak 1 Ağustos 1664 St. Gotthard Muharebesinden sonra kendisinin planladığı Girit Seferi, mevsim ve dönüş şartları nedeniyle ve Vasvar Antlaşmasının kendi lehine sonuçlanması üzerine bu seferden kesin neticeyi alamadan (Avusturya Ordusunu imha edemeden) İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Avusturya kaynaklarının iddia ettikleri gibi Fazıl Ahmet Paşa bu muharebede yenildiği için geri dönmemiştir.

Milli kaynakların önemi

Bu muharebeden çıkarılacak en büyük sonuç ise tarih araştırmalarında yabancı kaynaktaki bilgilerin mutlaka yerli ve milli kaynaklarla mukayesesinin yapılması gerektiğidir. Bu mukayese yapılmadan yabancı kaynaktaki bilgilerin doğruluğuna şüphe ile yaklaşılmalıdır. Her ülke şimdiki ve gelecekteki nesillerine övünç ve şeref duyacakları bir tarihi geçmiş bırakmak istemekte ve bu nedenle de tarihi olayları ve kayıtları kendileri lehine sübjektif olarak değerlendirmektedirler.

Ancak bizde bu böyle değildir… Tabii ki tarihi olayların objektif olarak verilmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Subjektif bir tarih bilgisi ve yorumu tabii ki arzu edilmez. Ancak bazı akademisyenlerin kendi tarihlerini bilmeden yabancı kaynakları esas almaları ve kendi tarihini küçültmeleri kabul edilir bir şey değildir. Örneğin bir tarihçi akademisyen (Dr. Erhan AFYONCU, şimdi Prof. Dr.) Avusturya kaynaklarını esas alarak yazdığı bir makalesinde St. Gotthard’da Avusturya Ordusunun kendisinden çok daha güçlü olan Osmanlı Ordusunu mağlup ettiğinden bahseder... Yine bu akademisyen aynı yazısında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dan bahsederken yine Avusturya kaynaklarını esas alarak Kara Mustafa Paşa’nın kemiklerinin ve kafatasının ayrı ayrı Avusturya’da olduğunu iddia eder.[43]  Hâlbuki Türk kaynaklarına göre Kara Mustafa Paşa’nın kafatası bal dolu bir kıl torba içerisinde Edirne’ye getirilmiş, burada saray avlusunda ibret taşında sergilenmiş ve naaşı İstanbul Beyazıt’taki Kara Mustafa Paşa Türbesine nakledilmiştir.[44][45]

Ancak burada daha hazin olan ise kendi tarihinden ve ‘’milli’’ kaynaklardan habersiz bu akademisyenin başında ‘’milli’’ sıfatı olan bir üniversitenin (Milli Savunma Üniversitesi) rektörlüğünü yapıyor oluşudur…  

1664 St. Gotthard / Mogersdodf Muharebesinden Avusturya’da kalan izler.

Avusturya’ya göre bu muharebede bir zafer elde edildiği ve Osmanlı Ordusu Avrupa’da ilk defa yenildiği için bu zafer bütün Avrupa’da kutlanır, şiirler yazılır, şarkılar bestelenir, anıtlar dikilir, resimler yapılır, kitaplar yazılır ve paralar basılır… Tabii Osmanlı Ordusundan ele geçirilen eserler ve ganimetler de çeşitli müzelerde sergilenerek muhafaza edilir…

Bu bölümde bunların önemli olanlarına kısaca yer verilmesinin uygun olacağı değerlendiriyorum:

Muharebenin icra edildiği Mogersdorf köyünün hemen kuzeyinde yer alan Schlössberg üzerinde yapılan müzede (daha önce bitki kurutma odası olarak kullanılan bir binada) muharebede Türklerden ele geçirilen silahların bir kısmı, belge ve resimler sergilenir…

Bu müzenin hemen ilerisinde bu muharebe anısına yapılmış olan küçük bir kilise bulunur. Bu kilise İkinci Dünya savaşında tahrip edilir ancak yeniden tekrar yapılmaz ve 1664’ün 300. yılı kutlamaları çerçevesinde 1984 yılında yeniden restore edilerek tahrip edildiği haliyle bırakılır. Bu kilisenin hemen yanında bu muharebenin anısına 15 m yüksekliğinde bir haç dikilir.  

Weisses Kreuz, Fotoğraf: Osman Aydoğan

Muharebenin yapıldığı Raab suyu geçiş yerinin hemen yakınında ve Mogersdorf köyünün batı tarafından girişinde yer alan ‘‘Weisses Kreuz’’ (Beyaz Haç) bu muharebe anısına 1840 yılında yapılır. Diğer bir adı da ‘‘Türkenkreuz’’ (Türk Haçı) olan bu haç üzerinde Almanca, Latince, Macarca ve Fransızca yazılmış bir yazıt vardır;

‘’Nice yürekli kahraman burada,
Göğüs gererek Türkün silahlarına,
Can verdi 1664 yılında
Tanrı, imparator ve vatan uğrunda’’

Friedenstein, Fotoğraf: Osman Aydoğan

Bu haçın hemen yanında 1.60 m boyunda ve 1984 yılında yapılmış olan ‘‘Friedensstein’’ denilen bir Türk anıtı vardır. Bu anıtın iki yüzünde Almanca ve Türkçe yazılmış bir yazıt vardır; ‘‘Den im Jahre 1664 gefallenen türkischen Soldaten gewidmet - Friede allen, die hier ruhen’’ (1664 yılında şehit düşen Türk askerlerine ithaf edilmiştir. Burada herkes huzur içinde yatsın) Diğer iki yüzünde de çeşitli dillerde BARIŞ yazısı bulunur: FRIEDE, BARIŞ, BEKE, MIR VE PAX.

Beyaz Haç’ın yaklaşık 300 m doğusunda köy tarafında yine savaşın anısına 1670 yılında yapılmış küçük bir kilise bulunur. ‘’Annakapella’’ denilen bu kilisenin özelliği bir Türk çadırına benzer şekilde yuvarlak bir biçimde yapılmış olmasıdır. Halk arasındaki inanışa göre bu muharebede Avusturyalıları Türklerden Hz. Meryem koruduğu için kendisine adak olarak bu kilise yapılır. Ayrıca yörede anlatılanlara göre 19. Yüzyılın sonuna kadar her yıl 1 Ağustos günü bir Türk heyeti gelerek bu kilisede şehit Türk askerlerinin anısına çelenk koyarlarmış. Hatta şekli Türk çadırına benzediği için kilisenin Türkler tarafından yapıldığına dair inanışlar da bulunmaktadır.[46]

Mogersdorf köyü Kilisesinin duvarlarında da 1912 yılında yapılmış olan ve bu muharebeyi anlatan bir resim bulunur.

Mogersdorf köyünün hemen yakınındaki Fürstenfeld'de bu muharebe anısına dikilen '‘Mariensäulen’’ (Maria sutunu) Bu anıtın dikiliş hikâyesi farklıdır. 1 Ağustos 1664 günü bir kısım Avusturya askeri Türklerin ilk hücumunda yenildiklerini zannederek bu köye (Fürstenfeld) dolarlar. Halkta panik başlar. Köyde büyük maddi zararlar meydana gelir. Ancak daha kötüsü Avusturyalı askerler köylülere bir salgın hastalık bulaştırırlar ve Ağustostan Ekime (1664) kadar  köyde bu hastalıktan dolayı 300 insan ölür. Bu anıt 1668 yılında köyün bu hastalıktan kurtulmanın anısına dikilmiştir. Kaynak: Militärhistorische Schriftenreiche, Heft, 64

Mogersdorf köyünün hemen yakındaki Fürstenfeld’de, Graz’da, Ilz, Gleisdorf, Pischelsdorf ve Mureck’de bu muharebe anısına dikilmiş ‘‘Mariensäulen’’ isimli anıtlar bulunur…  

Montecuccoli’nin Süvari Komutanı olan Graf Johann von Sporck’un zırhı Viyana Askerî Müzesinde muhafaza edilir. Viyana Askerî Müzesinin hemen girişinde sol tarafında Montecuccoli’nin, sağ tarafında ise Sporck’un bir heykeli bulunur. İlginç olanı Sporck’un heykelinin ayakları dibinde başı kesilmiş bir yeniçeri kafası heykelinin de sergileniyor olmasıdır.

Viyana Askerî Müzesi girişindeki Montecuccoli’nin Süvari Komutanı olan Graf Johann von Sporck’un heykeli. Ancak burada dikkati çeken husus heykelin ayakdibindeki bir kesik yeniçeri kafasının sergileniyor olmasıdır. Fotoğraf: Osman Aydoğan

Viyana Askerî Müzesi girişindeki Montecuccoli’nin Süvari Komutanı olan Graf Johann von Sporck’un heykeli. Ancak burada dikkati çeken husus heykelin ayakdibindeki bir kesik yeniçeri kafasının sergileniyor olmasıdır. Fotoğraf: Osman Aydoğan

Viyana Askerî Müzesinde sergilenen bir ilginç bir ganimet daha vardır; günün saatlerinden başka, haftanın günlerini ve aylarını gösteren gümüş bir muhafaza içerisindeki bir cep saatidir bu. Osmanlı takvimine göre 1 Ağustos 1664 öğleden sonra üçte durmuş, halen bu vakti göstermektedir. Saat bir Türk komutana aittir.

Viyana Askerî Müzesindeki St. Gotthard muharebesinden kalan bir Osmanlı Subayın ait saat. Saat günün saatlerinden başka, haftanın günlerini ve aylarını gösteren gümüş bir muhafaza içerisindeki bir cep saatidir bu. Osmanlı takvimine göre 1 Ağustos 1664 öğleden sonra üçte durmuş, halen bu vakti göstermektedir. (Kollarınızdaki İsviçre saatleri ile mukayese etmek üzere.. Yıl 1664) 

Müzede ayrıca bu muharebede ele geçirilen bir Türke ait zincir bir gömlek de sergilenir.

Avusturya Sanat Tarihi Müzesinde (Kunsthistorischemuseum) de bu muharebe anısına basılan paraların bir kısmı sergilenir.

Graz’da ve Eisenstadt’daki Eyalet Arşivlerinde ve Viyana’daki Harp Arşivi Dairesinde bol miktarda bu muharebede kullanılan harita ve dokümanlar bulunur.  

Montecuccoli’nin kendi el yazması bu muharebe ile ilgili yazıları da Viyana’daki Harp Arşivi Dairesindedir. 

Bu muharebeyi Avusturya’da canlı tutan ve kuşaktan kuşağa yayılmasını sağlayan önemli nedenlerin birisi de ünlü şair Rainer Maria Rilke’nin ‘‘Sancaktar Christoph Rilke’nin aşkının ve ölümünün şarkısı’’dır. (Die Weise von Liebe und Tod des Cornets Christoph Rilke) Christoph Rilke’nin 1899 yılında yazdığı bu şiirinin ana kahramanı yine adı Christoph Rilke olan ve Sporck’un süvari birliğinde bu muharebeye katılmış ve Sporck’da kendisine sancaktarlık unvanını verdiği bir askerdir.

Avusturya Geseke’de Papaz Schmidt Diehl tarafında 1900 yılında Sporck’un 300’üncü doğum günü nedeniyle yazılan şiir bestelenerek hala Geseke’deki festivallerde söylenmektedir. Bu şarkının CD’si de halen Geseke’de Heimatverein’da (Yurt Birliği) satılır.

Avusturya kaynaklarına göre Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya ait olduğu iddia edilen gerçek bir kuru kafa Viyana Şehir Tarihi Müzesinde sergi salonunda 1983 tarihine kadar sergilenir. 1983 yılında bu kuru kafa Viyana Şehir Tarihi Müzesinin teşhir salonundan müzenin deposuna kaldırılır. Halen burada muhafaza edilmektedir. Aynı zihniyetle Viyana Askerî Müzesinde mermerden kesik bir yeniçeri kafası heykeli Sporck’un ayakları dibinde, müze girişinde sergilenir.

Fazıl Ahmet Paşa’nın Biyografisi

Fazıl Ahmet Paşa Köprülü Mehmet Paşa’nın büyük oğludur. 1635 yılında Vezirköprü’de doğar. Yedi yaşında iken İstanbul’a getirilerek medrese eğitimi alır, müderris olur, 22 yaşında iken babası Sadrazam olunca Erzurum Valiliğine atanır. Daha sonra Şam ve Halep valiliklerinde bulunur…

Babası Köprülü Mehmet Paşa ölünce yerine 1661 yılında 26 yaşında iken Sadrazam olarak atanır. Osmanlı tarihinin en önemli sadrazamlarından ve devlet adamlarından birisidir.

Fazıl Ahmet Paşa’nın araştırma içinde bahsedildiği gibi Kanuni Sultan Süleyman’ın kuşatıp alamadığı Uyvar kalesini fethi esnasında askerlerine karşı tutumu ve ihsanları, şehri ele geçirdikten sonra Hristiyan halka tanıdığı can, mal ve yaşama güvencesi, centilmenliği ile ona Avrupa’da büyük bir ün kazandırır. Avrupa’da adından çokça söz ettiren Fazıl Ahmet Paşa, Fransızca ‘’Fort Comme Un Turc’’ yani ‘’Türk gibi güçlü’’ deyiminin doğmasına neden olur. Bugün hala Fransızcada kullanılan bu deyim, güçlü ve dayanıklı anlamlarıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Fazıl Ahmet Paşa üç sene Avusturya ve Macaristan’da, iki buçuk sene Venediklilerle Girit’te (Kandiye Kalesinin fethi Avrupa ülkeleri askerî okullarında ders olarak okutulmaktadır), üst üste üç sene Lehistan’da savaşır. Bu suretle 15 sene süren sadrazamlığının dokuz senesi cephede muharebe ile geçer…  

Hasta olarak padişahla Edirne’ye giderken yolda ağırlaşarak 3 Kasım 1676 günü Ergene civarındaki Karabiber Çiftliği’nde 43 yaşında vefat eder… Ölümü Osmanlı tarihi için büyük bir kayıp olur. Kaynaklardan anlaşıldığına göre ölüm nedeni olarak aşırı çalışmaya bağlı yorgunluk ve yıpranma gösterilir… Cenazesi İstanbul’a nakledilerek Divanyolu’nda babasının yanına defnedilir… Ölümü üzerine kendisinden duyulan memnuniyetin ve güvenin bir göstergesi olarak üvey kardeşi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa getirilir…

Fazıl Ahmet Paşa iyi bir eğitim almış, olgun, bilgili, dürüst ve mert bir yapısı vardır. El yazısı hattat derecesinde iyidir. Silahtar tarihi yazarı yaşıtı Mehmet Halife, Fazıl Ahmet Paşa hakkında o zamanki kelimelerle şu ifadeyi kullanır: ‘‘..Pâşâyı mezbur âlim ve halim ve selim, fâzıl, kâmil, âdil, uğru açık, aklü firasette ve fikri kiyasette ve sehâ ve keremde rahm ve şefakette bî-nazîr, hüsn-i hulk sâhib-i, âli-cenab, çelebi-meşreb ve zamane vezirlerinin serefrâzı ve misli bulunmaz gazi bir adamdı’’ (Adı geçen paşa, bilgin, yumuşak huylu, kusursuz, erdemli, olgun, adaletli, uğru açık, akıl ve anlayışta ve cömertlikte, yardım edicilikte, esirgeyip korumakta benzersiz, güzel ahlak sahibi, şerefli, zarif, görgülü, zamanın vezirlerinin en üstünü ve benzeri bulunmaz gazi bir adamdı) demektedir. Yumuşak huylu, anlayışlı ve fazilet sahibi olduğu için kendisine ‘’Fazıl’’ lakabı takılır… İcazetli bir hattat, nesir alanında iyi bir kalem, fıkıh ve felsefe alanında da iyi bir akademisyendir.

İstanbul Divanyolu’nda babasının medrese ve türbesinin yakınındaki kütüphaneyi Fazıl Ahmet Paşa yaptırır ve sahip olduğu kitaplarını oraya vakfeder… Kendisinin namına Uyvar, Kamaniçe ve Kandiye’de birer camii vardır.

Fazıl Ahmet Paşa’nın çocukları olmayıp Köprülü Ailesi şehit kardeşi Fazıl Mustafa Paşa’dan yürür.[47] Allah rahmet eylesin.

Mogersdorf, Viyana’ya iki saat mesafede güney tarafında Avusturya – Macaristan –Slovenya sınırı üçgenindedir. Avusturya’daki tek şehitliğimiz Mogersdorf’da bulunan ‘‘Friedenstein’’ ismi verilen yukarıda bahsi geçen bu anıttır. Burada yatan şehitlerimiz ruhlarına Fatiha okuyacak ziyaretçilerini beklemektedir.