Osman Aydoğan


Şîr-î pençe


Yavuz Sultan Selim, Ridaniye ve Mercidabık seferleri esnasında Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalır. Bir Türkmen kızı da zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olur. Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi görür. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akıverir, gönlünü kaptırır ona. Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek, gibi anlamları da vardır ya, zamanla Türkmen kızının kalbinin içini, ince bir sızı sarar ve başlar genç kızın kalbi için için kaynamaya. Bir gün, genç kızın gözü, hünkâr çadırının direğine ilişir. Aşkın gücü ona, direğin üst kısmına şöyle bir satır yazma cesaretini verir; ´´Seven insan neylesin?? Yavuz Sultan Selim, otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark eder. ?Bu da ne ola ki? diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken alır eline kalemi söyle bir satır da o yazar aynı direkteki dizenin altına; ´´Hemen derdin söylesin.? Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlar, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olur, yer de onun olur âdeta gök de? Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i aşkta bulunmanın, ateşle oynamanın, ateş girdabına bilerek atlamanın da ölümcül bir tehlikesi de vardır. ?Varsın olsun bu aşk, buna değer´´ diye düşünür... Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamaz ama yine de içinde bir korku kurdu vardır ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemirir... Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yasayan o gencecik yüreğin imdadına yetişir derhâl. Bir satır daha yazar aynı direğe; ?Ya korkarsa neylesin?? Yavuz Sultan Selim, aksam çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelir aklına. Bakar ve okur ki aşkın heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha ekler, aşka yenik düşen koca padişah: ´Hiç korkmasın söylesin.? Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilir direğin üzerine: ?Seven insan neylesin? Hemen derdin söylesin. Ya korkarsa neylesin? Hiç korkmasın söylesin.? Sabahın olmasını sabırla bekler padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan´i çağırtır, derhâl bir emir verir: ?Biz dahi merak edip onu görmek isteriz, tîz elden bu kızı huzura getirin.? Emir derhâl yerine getirilir ki ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli gelir hünkârın karşısına? Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilir. Eğlenceler, yemeler içmeler? Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülür. Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirir herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme boğulur. Ahu gözlü Türkmen dilberinin ?Selim? diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanının aşkındaki sırrı kaldıramaz ve birden duruverir. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olur asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani alemde bir çare de bulunamaz.