Osman Aydoğan


Âşıkların peygamberi; Şems-i Tebrizî


Murathan Mungan´ın geçenlerde anlattığım çok güzel bir şiiri vardı: ´´Herkes ve Birkaç Kişi´´. Şiir şöyle başlardı:


Yağmur herkese yağar
Güneş ısıtır herkesi
Mevsimler herkes içindir
Yalnız çığ altında kalan
Sele kapılan her zaman bir kaç kişi

Bu şiirden yola çıkarak şunu düşünürüm: Mevlâna´yı herkes tanır, herkes bilir. Ancak Mevlâna´yı Mevlâna yapan, Mevlâna´nın hocası, Mevlâna´ya ayna olup onun kendisini bulmasını sağlayan Şems-i Tebrizî´yi bilen Mungan´ın şiirindeki gibi ancak ´´birkaç kişi´´.

Bu sayfada Mevlâna´ya ait iki şiiri (´´Etme!´´ ve ´´Gitme İstemem´´) ard arda verince ve bu şiirleri anlatırken de hep Şems-i Tebrizî´den bahsedince Şems-i Tebrizî´yi anlatmak da artık vacip oldu!

Asıl adı Muhammed Şemseddin´dir. Melik Dad oğlu Ali adlı bir kişinin oğludur.  1164 senesinde Tebriz´de dünyaya gelir. (Bazı kaynaklar doğum tarihi olarak 1185 olarak verir.) Aslen Azeri Türklerindendir. Şemseddin (dinin güneşi), Şems-i Tebrizî (Tebrizli Şems- Tebriz Güneşi, şems; Farsça Güneş demektir), Kamil-i Tebrizî isimleri ile de anılır.

Şems genç yaşlarında zamanın ünlü bilginlerinden olan Tebrizli Ebubekir Sellaf´dan ders alır daha sonra ününü duyduğu bütün meşhur bilginlerden eğitim almak için diyar diyar dolaşır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine Şemseddin-i Perende (Uçan Şemseddin) ismi de verilmiştir.

Basit bir bâtıni dervişi değildir o. Mevlânâ gibi seçkin bir insanı aşk ateşiyle pişirerek ona öte dünyanın pencerelerini açan üstün niteliklere sahip biridir o. Çok söze gerek yok; şu sıfat yeterlidir O´nu tarif etmeye; Mevlânâ´nın hocasıdır o. Mevlânâ´yı Mevlânâ yapan kişidir o.

Mevlânâ Şems´i şöyle anlatır; "Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz."

Mevlânâ, Şems´in kendisi için ne anlama geldiğini şu şekilde izah eder;

"Şemseddin´in ayağına, başım nedir ki feda edeyim.
Sen Şemseddin´in yalnız adını söyle bana canımı vereyim.´´

Mevlânâ şu şekilde tanıtır Şems´i;

?´Benim aklım, şuurum..
Benim gözüm, kulağım Şemseddin´dir.
Benim dilime gelen her şey Şemseddin´dir.´´

Ve Mevlânâ Şems´e şu şekilde hitap eder; ?´Ey âşıkların kılavuzu, ey âşıkların peygamberi Şems-i Tebrizî.´´ Şems-i Tebrizî de Mevlânâ´ya kendisini şöyle ifade eder: ?Sen eğer bâtına bağlı isen, ben bâtıninin bâtınisiyim, iyi dinle! Sırların sırrı, nurların nuruyum? Evliya benim sırrıma eremezler? aşk bile benim yolumda bir perde ve engeldir. Yaşayan aşk benim katımda ölüdür.? (Burada bahsi geçen bâtıni ifadesi Kur´an´daki âyetlerin ve hadislerin zâhir (açık) ve âşikâr (belli, belirli olan) anlamlarından ayrılarak, âyet ve hadislerin gizli ve sırlı anlamlarını, mânalarını bulmak iddiasında olanlara denir. ?´Evliya´´ da ?´veli´´nin çoğulu ?´veliler´´ demektir.)

Şems, kendisi için de şunları söyler: ?Ben bir tarafta, dünyanın insanla şenelmiş dörtte bir kısmının halkı da bir tarafta olsa, beni sorguya çekse onlara cevap vermekten kaçınmam ve daldan sıçramam. Ne kadar zor şey sorsalar cevap üstüne cevap veririm. Benim bir sözüm, onlardan her birisi için on cevap ve hüccet (belge, senet, vesika) olur.?

Bu noktada ?´aşk´´, ?´sevgi´´ ve ?´sevgili´´ tanımı üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum. Mevlâna´nın şiirlerini verirken anlatmıştım ama tekrar etmede fayda görüyorum. Ne yazık ki toplum olarak ilkellikleri yaşadığımız günümüzde bu kavramların içlerini boşalttık, anlamlarını daralttık ve sadece annemizi, kardeşimizi, eşimizi, çocuklarımızı sevdik, sadece onlara ?´sevgili´´ dedik. Aşk; muhabbettir, şiddetli muhabbettir aşk aslında. Aşk; candan sevmedir. Aşk; karşılıksız sevmedir. Sevgili ise; sevendir, gerçek dosttur. ?´Aşk´´ın, ?´sevgi´´nin, ?´sevgili´´nin ve ?´özleme´´nin cinsellikle hiç bir ilgisi yoktur. Ne yazık ki günümüzde cinnete, ilkelliğe, hayvani duygulara aşk dedik, sevgi dedik. Şems´in, Mevlânâ´nın çağında, zamanında ?´aşk´´, ?´sevgi´´ ve ?´sevgili´´ kavramları gerçek anlamlarıyla kullanılıyordu.

Şems, Tebriz´de son olarak Ebubekir adlı hocasından da eğitim alır, ancak hocası onu daha fazla olgunlaştırmanın kendi gücünü aştığını anladığı zaman seyahate çıkmasına izin verir. O da diyar diyar gezip sohbetine dayanabilecek bir dost arar. Fakat aradığını bir türlü bulamaz, hiç kimse onu tatmin edemez. Konuştuğu kişileri imtihan eder, istediği cevabı alamayınca oradan ayrılır. Kendisini olgunlaştıracak bir dost, bir öğretmen, bir hoca aradığını söyler; ama bütün öğretmenleri, kendine öğrenci yapıp arayışına devam eder.

Bir gün yolu Bağdat şehrine düşer. Orada meşhur sofilerden Şeyh Evhadüddin Kirmânî´yi (Mutasavvıf, velî ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, künyesi Ebû Hâmid`dir,  Evhadüddîn lakabı ve Kirmânî nisbetiyle tanınır. Bu nisbeti sebebiyle İran`ın Kirman bölgesinden olduğu anlaşılmaktadır. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1237 (H.635) tarihinde Konya`da vefat eder.) bulup neyle meşgul olduğunu sorar. ?Ayı leğendeki suda görüyorum? diye cevap verir Kirmânî.Şems bu cevap üzerine:  ?Boynunda çıban yoksa neden başını kaldırıp da onu gökte görmüyorsun?  Kendini tedavi ettirmek için bir doktor bulmaya bak. Böylece, neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı onda görürsün? der. 

Kirmânî Şems´in ellerine sarılıp müridi, öğrencisi olmak istediğini söyler. Şems´in cevabı kesindir: ?Sen benim arkadaşlığıma dayanamazsın!? Ama Kirmânî ısrarlıdır. Nihayet, Şems, Bağdat pazarının tam ortasında birlikte şarap içmek şartıyla kabul edeceğini söyler. Kirmânî ?bunu yapamam? deyince, ?O zaman benim için şarap bulup getirir misin?? sorusunu yöneltir. Onu da yapamayacağını bildiren Kirmânî´ye; ?ben içerken bana arkadaşlık eder misin? ?diye sorar.  ?Edemem? yanıtı üzerine artık Şems; ?Erlerin huzurundan ırak ol! Bana arkadaş olamazsın. Bütün müritlerini ve dünyanın bütün namus ve şerefini bir kadeh şaraba satmalısın. Bu aşk meydanı erlerin ve bilenlerin işidir. Ve şunu da iyi bil ki ben mürid değil, şeyh arıyorum. Hem de rastgele bir şeyh değil, hakikati arayan olgun bir şeyh!..? (Mürid; talebe, öğrenci. Şeyh; kıdemli hoca, öğretmen.) Kirmani, bu sınavı geçememiş, onun asıl maksadını anlayamamıştır.