Osman Aydoğan


Âşıkların peygamberi; Şems-i Tebrizî (2)


Şems, arayışları sırasında bir rüya görür. Rüyasında kendisine bir velinin arkadaş edileceği bildirilir. Üst üste iki gece rüya tekrarlanır ve o velinin Rum ülkesinde olduğu haberi verilir. Onu aramak için yollara düşmek ister,  fakat daha zamanının gelmediği, ?işlerin vakitlerine tabi ve rehinli olduğu kendisine bildirilir.? Ancak Şems sabırsızdır. Sabrını dağıtmak için oyalanmaya çalışır, hatta para almadan inşaat işlerinde bile çalışır. Nihayet bir gün rüyasında; ?Mademki ısrar ve arzu ediyorsun O halde şükrane olarak ne vereceksin?? diye sorulur Şems´e. Şems de ?başımı!.? cevabını verir. Bu cevaba karşılık olarak Şems´e; ?´bütün kâinatta Mevlânâ-yı Rumi´den başka, senin şerefli arkadaşın yoktur.? haberi verilir.

Artık Rum ülkesine gitmek, o şerefli arkadaşla görüşmek ve yolunda başını feda etmek üzere yola çıkacaktır. Uzun bir yolculuğun ardından Şemseddin Muhammed, 1244 yılının Ekim ayında Konya´ya gelir. Çarşıda dolaşmaya başlar. Ana caddede, ata binmiş, talebeleri etrafında dört dönen birini görür. Şems aradığı dostun o olduğunu anlar. Önüne geçerek atın dizginlerini tutar ve keskin bakışlarıyla: ?Sen Belhli Baha Veled´in oğlu Mevlânâ Celaleddin misin?? diye sorar. Mevlânâ ?evet? diye cevap verir. Şems; ?Ey Müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz. Muhammed mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?´´ diye sorusunu sorar. Sorunun farkındalığından kendinden geçen Mevlânâ, kendini toplayınca; ?Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah´ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüğüdür.? O zaman Şems; ?O halde neden Peygamber bu kadar büyüklüğü ile ?Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun veçhile bilemedik´ diye buyururken, Bayezid, ?Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah´tan başka varlık yok!´ demektedir?´´ Mevlânâ şu cevabı verir; ?Hz. Muhammed, müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu, ´biz senin göğsünü açmadık mı?´  şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu. Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi.? 

Şemsi Tebrizî, bu cevap karşısında  ?Allah? diyerek bayılır. Mevlânâ, hemen atından inip yanındaki adamların da yardımıyla onu yerden kaldırıp medresesine götürür. Artık bu medresede iki âşık, hiç dışarı çıkmadan, yanlarına kimsenin girmesine izin verilmeden aylarca sürecek sohbetlere dalarlar. Mevlânâ´nın bu andan itibaren bütün yaşamı değişmiştir. 

Şu dizeleri Mevlânâ Şems için yazmıştır;

"Aşk geldi; adeta damarlarımda, derimde kan kesildi...
beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu.
Bedenimin bütün cüz´ülerimi (zerrelerimi) sevgili kapladı.
Benden kalan bir ad; ondan ötesi hep O..."

Şems, önce onu çok değer verdiği zatların, hatta babasının bile eserlerini okumaktan men eder, değer verdiği bütün kitaplarını birer birer havuza atar. Daha sonra hiç kimseyle konuşmasına izin vermez. Mevlânâ medresedeki derslerini, vaazlarını terk etmek zorunda kalır.

Şimdi sıra imtihanlardadır... Bir gün Şems-i Tebrizî, Mevlânâ´yı denemek maksadıyla güzel bir sevgili ister ondan. O da güzellikte eşi bulunmayan karısını getirir tereddüt etmeden. Şems, ?bu benim can kız kardeşimdir. Bu olmaz. Bana hizmet edecek bir erkek çocuğu bul? der. Mevlânâ, Oğlu Sultan Veled´i ona kul olsun diye getirir. Şems, ?bu kalbimi bağlayan oğlumdur. Şimdi şarap olsaydı, su yerine onu içerdim. Ben onsuz yapamam? deyince, Mevlânâ hemen gidip Yahudi mahallesinden bir testi şarap getirir.

Şems, bu teslimiyet ve itaatten hayrete düşüp Mevlânâ´ya; ?Başlangıcı olmayan başlangıcın ve sonu olmayan sonun hakkı için diyorum ki, dünyanın başından sonuna kadar senin gibi gönül yutan bir Muhammed yürekli bu âleme ne gelmiş ne de gelecektir.? der. Şems, bu imtihan için; ?´Ben Mevlânâ´nın ilminin derecesini anlamak için bu imtihanları yaptım. Onun iç âlemi o kadar geniş ki, rivayet ve hikâye çerçevesine sığmaz.? der.

Ancak, Mevlânâ ve Şems´in bu dostluğunu, bu sevgilerini anlayamayanlar ve çekemeyenler fitne tohumlarını saçmaktan geri durmazlar. Dedikodularla atılan düşmanlık tohumları iyice olgunlaştığında Şems, bir gece aniden Konya´yı terk ederek kayıplara karışır.