Osman Aydoğan


Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn-i Arabî (4)


Bir süre sonra yüzü mütebessim ve içini sevinç kaplamış bir vaziyette kalkarak dostuna, ?Ben acıktım, bana yemek hazırlayın? der. Dostu merakla yemek hazırlamasına rağmen, neden yemediğini sorduğunda, İbn´ül Arabî şu cevabı verir: ?Ben, bana lanet okuyan adamın ruhuna yetmiş bin kelime-i tevhid okumaya ve o affedilinceye kadar hiçbir şey yememek ve içmemek üzere kıbleden yüzümü çevirmeyeceğime dair Allahü teâlâya ahdetmiştim. Onun için bu hâlde bekledim. Elhamdülillah, Rabbim dileğimi kabûl buyurdu. Artık yemek yiyebilirim.? İbn´ül Arabî, ?´İlâhî Aşk´´ isimli kitabında (İnsan Yayınları, 2016) aşağıdaki bölüm yer alır: (s. 134) ´´Allah rahmet etsin, babam mıydı, amcam mıydı? Hangisiydi, tam bilemiyorum; ikisinden biri bana şu öyküyü anlatmıştı: Babam bir gün ormanda bir avcı görür. Avcı dişi bir kumruyu takip etmektedir. O anda aniden, kumrunun erkeği çıkagelir. Dişisine bakar. Tam o sırada avcı dişi kumruyu vurur, öldürür. Bunu gören erkek kumru çaresizliğinden kendi etrafında fır dönerek havaya yükselir yükselir, öyle yükselir ki gözlerden kaybolur. ´Gözümüzden kayboluncaya kadar o kuşa baktık´ diye devam etti babam; ´sonra, o kuş o yüksekliğe varınca kanatlarını kapattı, başını yere çevirdi ve çığlıklar atarak kendini yere sapladı, paramparça oldu, ezildi ve öldü. Bizse, hâlâ bakakalmıştık´ diye anlatmıştı. Ey âşık, bu bir kuşun yaptığı harekettir. Peki, Allah aşkı uğrunda senin tavrın nicedir?´´ İbn´ül Arabî bir kitabında da Endülüs´te bir çocukla dayısının başından geçenleri anlatır: ´´Endülüs´te çocuğun biri dayısıyla gayrimüslim bir değirmenciye buğday götürmüş. Yüz okka buğday verip doksan okka un alacaklarmış. Değirmenci de kantara hile karıştıran bir adammış. Yüz okka buğdayı alıp doksan okka un yerine yerine seksen okka un tartıp doldurmuş bir çuvala. Çocuğun dayısı da adamdan hakkını istemiş. "Sen ne biçim adamsın?" demiş. Aralarında bir tartışma başlamış. Sonunda gırtlak gırtlağa gelip kavgaya tutuşmuşlar. Çocuk ne yapacağını şaşırmış. Dayısı ile değirmenci ordan oraya savrulmuşlar. Çuvallar patlamış, ikisi de bembeyaz una bulanmışlar. Çocuk da gitmiş eline bir sopa geçirmiş, dikilmiş adamların başına. Bembeyaz undan iki adam! Gevur hangisi, dayım hangisi? Gevur hangisi, dayım hangisi? Gevur hangisi..?´´ Bu hikâyeden sonra şöyle der İbn´ül Arabî: ´´Allah kulunun zahirine bakar batınını görür. Nice içi kafir, dışı Müslüman, dışı kafir, içi Müslüman vardır. Allah´ın Bakara Suresi´nde buyurduğu gibi: ´İşte onlar hidayete karşı delaleti satın alanlardır. Fakat onların ticareti fayda etmemiştir. Onlar doğru yolu bilen kimseler de değildir..´ " Bir kitabında Hz. İbrahim ile ilgili şu hikâyeyi anlatır: Hz. İbrahim peygambere bir müşrik misafir olmak istedi, Hz. İbrahim: ´´Müslüman olursan misafir ederim´´, dedi. O da kabul etmedi. Döndü, gitti. Cenabı Hak İbrahim´e, ?bir lokma ekmek için herifin dinini, babasından kalan alıştığı dinini terk etmesini teklif ettin. O, yetmiş senedir gavurluk yapar, ben onu besliyorum ve rızkını kesmedim,? buyurunca, Hz. İbrahim yola çıktı, ona yetişti. ?Gel,? dedi, ?seni misafir edeceğim. Çünkü Rabb´im senin için beni azarladı,? deyince; o, hem misafir oldu hem de Müslüman oldu.? İbn´ül Arabî bir başka kitabında da şu hikâyeyi anlatır: Bir zamanlar Bağdat´ta ünlü bir marangoz varmış. Ömrünün son zamanlarında çok güzel bir minber oymuş. Ama çok güzel, Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Her gören onun güzelliğiyle büyüleniyordu. Bu güzel minberin namı aldı yürüdü. Bağdat´a her gelen bu minberi alıp falanca camiiye koymak istiyormuş. Fakat marangozun cevabı hep "Hayır" oluyordu." Bu minber Mescid-i Aksa´ da duracak". Ahali şaşırıyordu tabii. İyi de Kudüs Haçlı işgali altında. "Benim işim minber yontmak, Bir babayiğit de çıksın Kudüs´ ü alsın. Bu minberi yerine oturtsun. " Herkes bu hikâyeyi minberin güzelliğini bire beş katarak birbirlerine anlatır oldu. Daha sonra 7-8 yaşlarında bir çocuktan dinlediler bu hikayeyi. Ama O çocuk minberin güzelliğinden çok müessirin vasiyetine kulak verdi. Aradan 40 yıl geçti ve o minberi durması gereken yere Mescid-i Aksa´ ya yerleştirdi. Diller onu Selehattini Eyyubi diye andı. Hikâyeyi şöyle bitirir İbn´ül Arabî: ´´Bu işler böyledir. Biz o marangoz misali minberler yontarız. Bizim bu emanetlerimizi yerine koyacak er kişiler elbette çıkacaktır.´´ Konya´ya Bağdat´tan Selçuklu hükümdarının daveti üzerine gelir ve veliaht ?´Keykavus´a hoca olur. Arabî´nin Konya ziyareti esnasında Osmanlı İmparatorluğu´nun kurulacağını kaleme aldığı rivayet edilir. Konya´ya bu gelişinde Mevlânâ henüz 12 yaşındadır. İbn-i Arabî pazar yerinde çocuk Mevlana´yı babasının arkasında yürürken gördüğünde şöyle der ardından; "Hayret! Bir umman (okyanus), bir göle takılmış gidiyor."