Osman Aydoğan


Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn-i Arabî


Aslında, Endülüs´ten başlayıp üç kıtayı dolanan ve Şam´da huzur bulan bir sestir, bir mesajdır, bir çığlıktır O. O ses, o mesaj, o çığlık şuydu; ?´Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık... O artık ceylanlar için bir çayır, keşişler için bir manastır, puta tapıcı için bir mabet, hacı için bir Kâbe, Tevrat levhaları, Kur´an kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum. Ve hangi yöne yönelirse yönelsin, bu din benim dinim, benim imanımdır.´´ Şu sözleri onu anlatmaya yeter: "İnsan, Allah´ın kendi ilahi sıfatlarını gördüğü bir aynasıdır.´´ "Yeryüzünde nice dolaşan vardır ki, yer ona lânet eder. Yer üzerinde nice secde eden vardır ki yer onu kabul etmez. Nice dua eden vardır ki kelamı dudağının ucunu geçmez." ´´Kâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal; yani aynalara vuran akisler veyahut gölgeler... ?´ ?Hakk´ın dışında, kâinat denilen şey O´nun gölgesi gibidir, işte bu gölge mümkün varlıkların özünü oluşturur. Öyleyse, esasen insanın idrak ettiği sadece Hakk´ın vücudundan, bu âlemler olarak yayılan şeyden, yani O´nun zatından ibarettir. Zira ondan başka varlık yoktur.? "Varlıklar gelir, ilahî isimlere ayna olur, görünür ve yiterler." "Sen içine dön, yalnız dışınla meşgul olma. Çünkü sen cisminle değil ruhunla insansın." "Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler." "Hak, sayısız güzel isimleri bakımından emrin tümünü içeren ´kuşatıcı bir varlıkta´ isimlerini tek tek görmek ve o varlık vasıtasıyla kendi sırrının kendisine görünmesini istedi." "Bil ki Allah insanları yarattığından, onları teklifle mükellef kıldığından ve onları âdemden vücuda, yani yokluktan varoluşa çıkardığından beri insanlar yolcu olma özelliklerini (tekamül) hiç bırakmamışlardır." "... artık, arif anlar ki, gerek enfüs´te, gerek afakta; tecelli eden tek zat, tek hakikattir; başkası yok.. varlık, tek varlık, bir can ve bir tendir. Ama, hakikatin aslı, ne bölünmüş ne parçalanmıştır zahirde görünen cümle şeyler, onun tecelligâhı ve aletidir..." (Âfâk, ufuk kelimesinin çoğuludur. Âfâka nisbet eki eklenerek yapılmış bir kelime olan âfâkî kelimesi kelâm, felsefe ve psikoloji ilimlerinde objektif (nesnel) karşılığı olarak kullanılmaktadır. Âfâkî kelimesiyle genellikle "dış dünya ile ilgili olan, bireyin şahsî görüş ve inançlarından bağımsız olarak gerçekliği bulunan, herkesin izleyip gözleyebileceği reel durumlarla ilgili olan şey" kastedilmektedir. Âfâkî kelimesinin karşıtı enfüsî (sübjektif) kelimesidir. Kur´ân´da âfâk ve enfüs kelimeleri karşıt kavram olarak bir arada geçmektedir. "Gerek âfâkta (dış dünya ve madde âlemi), gerek enfüste (insanın iç dünyası ve ruh âlemi) delillerimizi yakında onlara göstereceğiz" (Fussilet, 41/53). Kur´ân´ın bu yaklaşımına uygun olarak Allah´ın varlığını ispatta kelâmcılar daha çok âfâkî (kozmolojik ve ontolojik) delilleri kullanırken, mutasavvıflar enfüsi (psikolojik ve ahlâkî) delilleri kullanma yoluna gitmişlerdir.) Ünlü mutasavvıf, İslam düşünürü ve şairidir. İslam dünyasında hakkında en çok tartışılan bilgindir. İmam-ı Rabbanî ve İmam-ı Gazalî ile beraber İslam tarihindeki üç büyük düşünürden birisidir. ?´Vahdet-i vücut´´ (varlık birliği) diye anılan ünlü tasavvuf kuramını oluşturan ve bu kuramla anılan kişidir. İsmi, Ebû Bekir Muhammed bin Ali olup, künyesi Ebû Abdullah´tır. İbn-i Arabî ve Şeyh-ül Ekber (Büyük Şeyh) diye meşhûr olmuştur. Onu anlayamayanların dilinde ise ismi Şeyh-ül Ekfer´dir (Kâfir Şeyh). Genellikle Muhyiddin İbn-i Arabî diye bilinir? İbn-i Arabî, Muvahhidun döneminde 1165 yılında Mursiye (Murcia), İspanya´da doğar, 1239 yılında Şam´da vefat eder. Endülüs´te bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıkar. Devrindeki tüm İslam coğrafyasını gezerek; Fas, Medine, Mekke, Şam, Musul, Bağdat, Halep ve Konya´da çeşitli bilginlerle tanışır ve görüş alışverişinde bulunur. Tasavvufta o bir başlangıçtı, ardından gelenler ise (Sadreddin Konevî, Dâvûd-i Kayserî, Molla Fenârî gibi) bu yolda devam etmişlerdir?