Osman Aydoğan


Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn-i Arabî (3)


Hz. Âdem yaratıldı tüm melekler sordu: "Dünyaya fesat getirecek bir varlık mı yaratacaksın?" dediler. (Bakara-30) Melekler bunu -insanın dünyaya fesat getirecek olmasını- nereden biliyorlardı? Demek ki melekler daha önceden insanı tanıyorlardı.... Kuran bazı konuları ucu acık bırakarak ?´Akıl etmez misiniz? Düşünmez misiniz?" diye buyurmaz mı? Şam´a geldiğinde kendisinin ?´Fütuhat´´tan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen ?´Fusus´ul Hikem´´i kaleme alır. İbn´ül Arabî bu eseri rüya´sında Peygamber´den ümmetine aktarmak üzere aldığını belirtir. İbn´ül Arabi, Fusus´u yazma nedenini şöyle açıklıyor: ?627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam´da iken. Tanrının peygamberi Hz. Muhammed´i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusus ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden herkes yararlansın.? 27 bölümden oluşan bir kitap olan Fusus ül-Hikem´in her bölümünde bir peygamberin kişiliği ve görevlerinin özelliği anlatılır. ?´Fusus´ul Hikem´´de şunları yazar İbn´ül Arabî; ?Âlem, Allah´ın belirmesidir. O, âlemin ruhu olup, sevk ve idare eder. Evrenin tümü O´dur, O, benim ve O´nun varlığı ile ayakta duran tek varlıktır. Âlemin başka gerçek bir varlığı yoktur. Âlem, O´ndan ayrı bir varlık değildir. Görmez misin ki, gölge sahibinden çıkmış ve ona bitişik olduğu halde, sahibinden görünüşte ayrılması imkânsızdır. Nasıl insanın gölgesi, ancak gölgenin düştüğü yer aracılığı ile görünüyorsa, Âlem de, Allah´ın gölgesinin üzerine düştüğü madde aracılığı ile idrak edilir, bilinir.? Kur´an-ı Kerim´de, ?Her şey beni zikreder ama siz anlayamazsınız? denilir. Bu ayeti anlamak, ancak maddenin, var olan her şey hakkında bilgilenme yönünde ve evrimimizde aracı olarak kullanılmasıyla mümkün olabilir. Bir kitabında şu hikâyeyi anlatır; Bir meczup, köy meydanına gelir; çevrede dolaşmakta olan kalabalığa, "ey ahali, ben Peygamberim!" der. Kimse onu ciddiye almaz. Garip kılığına, deli gözlerine bakıp gülerler. Meczup kendinden çok emindir. "Ey ahali, ben peygamberim! Eğer bana inanmıyorsunuz, şu arkamdaki duvar dile gelsin ve size benim peygamber olduğumu söylesin." der. Yine kimse bu meczubu ciddiye almaz fakat birden duvar dile gelir ve şöyle der; "Yalan! Bu adam peygamber falan değil." (Bu hikâye aynı zamanda Zülfü Livaneli´nin ´´Engereğin Gözündeki Kamaşma´´ isimli romanının giriş kısmıdır. Ancak Livaneli kaynağını yazmaz!!!) 1182´de İbn-i Rüşd ile görüşür. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbn-i Rüşd´ün ?´bilgi´´nin ?´akıl yolu´´yla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin ise gerçek ?´bilgi´´nin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşif yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı. Evliyânın büyüklerinden ve fıkıh âlimi olan Şihâbüddîn Sühreverdî ile İbn´ül Arabî bir gün yolda karşılaşırlar. Bir saat kadar beraber yürüdükten sonra bir şey konuşmadan ayrılırlar. Daha sonra Sühreverdî´ye denildi ki: ?İbn´ül Arabî hakkında ne dersin?? Buyurdu ki: ?Hakîkatler deryası, kutb-i kebîr ve gavs´dır.? İbn´ül Arabî´ye Sühreverdî´den sorulunca buyurdu ki: ?Baştan ayağa kadar sünnet-i seniyye ile doludur.? ?Rûhlar ile nasıl görüşüyorsunuz?? diye sorarlar İbn´ül Arabî´ye. Onlara verdiği cevapta; ?Üç şekilde´´ der: ?´Rü´yâ yoluyla, onların rûhâniyetlerini da´vet edip görüşerek ve bedenimden rûhumu ayırıp, rûhumla onların yanına giderek? diye buyurur. (Burada geçen bazı terimler için bir açıklama: Kutup makamına sahip insanlar; Hz. Muhammed (sav) ahirete intikal edince onu bu dünyada temsil eden ve Allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve görevleriyle bir bakıma yeryüzünde âdetâ Kâbe konumundadırlar. Ehl-i tahkikin beyanına göre, bazen onlar Kâbe´nin etrafında, bazen de Kâbe onların etrafında döner. Bu konuda Muhibbüddîn-i Taberî, vâlidesinden şu hâdiseyi rivâyet eder: ?İbn´ül Arabî hazretleri, bir gün Kâ´be-i muazzamada, Kâ´be´nin ma´nâsı hakkında bir va´z veriyordu. İçimden onun söylediklerini inkâr ettim. O gece, ma´nevî ma´nâda Kâ´be´nin İbn´ül Arabî´nin etrâfında döndüğünü, onu tavaf ettiğini gördüm.? Allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gadap eder. Kutub makamının bir adım ötesinde ?gavsiyet? makamı yer alır. Bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. Her gavs bir kutuptur, fakat her kutub bir gavs değildir. Sünnet-i Seniyye ise; Sünnet kelime itibari ile yol demektir. Istılahta ise peygamber efendimizin yolu anlamına gelir ve hürmeten ?sünnet-i seniyye? -çok mühim ve kıymetli olan âli yol- denilmiştir.) Şam´da, İbn´ül Arabî´yi sevmeyenlerden biri, her namazdan sonra bu büyük veliye on defa lanet okurdu. Bu olaydan İbn´ül Arabî´nin de haberi olur, ancak hiç bir tepki vermezdi. Bir süre sonra İbn´ül Arabî´ye lanet eden adam ölür. İbn´ül Arabî, hiçbir şey olmamış gibi adamın cenazesine katılır. Cenazenin defninden sonra arkadaşlarından biri, İbn´ül Arabî´yi evine davet eder. İbn´ül Arabî evde kıbleye müteveccih bir şekilde oturur. Zikir ve duâ ile meşgul olmaya başlar. Dostu yemek zamanı yemek hazırlar, ancak İbn´ül Arabî yerinden kalkmaz. Sadece namaz için yerinden kalkmakta ve yine kıbleye doğru yönelip tesbih çekmeye devam etmektedir.