ZEYNEP MÜLAYİM


SABAHATTİN ALİ

Bir gün kadrim bilinirse, İsmim ağza alınırsa, Yerim soran bulunursa: Benim meskenim dağlardır.


Çocuklar Gibi 

bende hiç tükenmez bir hayat vardı
kırlara yayılan ilkbahar gibi
kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
göğsümün içinde ateş var gibi

başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi

hissedince sana vurulduğumu
anladım ne kadar yorulduğumu
sakinleştiğimi durulduğumu
denize dökülen bir pınar gibi

başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi

sözün şiirlerin mükemmelidir
senden başkasını seven delidir
yüzün çiçeklerin en güzelidir
gözlerin bilinmez bir diyar gibi

başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi

Aldırma Gönül

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma

Dağlar


Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır.

 

 Evet eminim şiileri okuyan herkes  Sabahattin Ali’yi anmıştır hatta  bu güzel dizeleri ruhunda hissetmiştir. Aziz NESİN anlatıyor:
"1948 Mayıs'ının bir günü,
Evime gelen polis savcılıktan istendiğimi söyledi.
Gittim.
Savcı, bir paket içinden ince altın çerçeveli bir gözlük çıkardı.
Gözlüğün çerçevesi ve camları kırıktı.
-Bu gözlüğün kime ait olduğunu biliyor musunuz? dedi.
Hemen tanımıştım...
Sabahattin ALİ'nin gözlüğü...
İşin iç yüzünü anlayamadığım için,
Belki yanılabilirim diye,
-Bilmiyorum, dedim.
Savcı bu sefer paketten bir dolmakalem çıkardı.
-Bu dolmakalem kimin biliyor musunuz?
-Bilmiyorum.
Önce kana bulaşmış Puşkin'in Almanca bir kitabını,
Sonra yeşil mürekkeple yazılmış bir defter gösterdi.
El yazısını görünce,
-Bu yazı Sabahattin ALİ'nin, dedim.
-Hep yeşil mürekkep kullanırdı.
El yazısını da tanırım...
Savcı;
Açık kahverengi,
Damalı spor kumaştan,
Ceket ve golf pantolonunu gösterdi.
Elbise kan içindeydi.
Çok iyi bildiğim Sabahattin'in elbisesiydi.
-Sabahattin'in elbisesi, dedim.
Ağlamaya başladım...
Savcı ağladığımı görünce açıkladı:
-Bulgaristan sınırında köylüler bir ceset bulmuşlar,
Üstünden bunlar çıkmış.
Sabahattin ALİ'nin olduğu tahmin edildi.
Yakın arkadaşlarına eşyalarını gösterip soruyoruz...
-Bir cinayet mi? diye sordum.
-Henüz hiçbir şey bilmiyoruz, dedi.
-Başına odunla vurulup öldürüldüğü söyleniyor.
Tahkikatın selameti açısından,
Bundan kimseye söz açmamanızı rica ederim..."
Kimseye söz açmadı Aziz NESİN...
Yakın bir zamanda tüm Türkiye duydu ama...
Hatta tüm dünya...
2 Nisan 1948'di,
Kendisini Bulgaristan'a kaçıracak rehberi,
Ali ERTEKİN itiraf etti öldürdüğünü...
Kızını ve eşini Halet ÇAMBEL’e emanet ederek,
31 Mart sabahı,
Bir süre önce satın alıp nakliye işi yaptığı kendi kamyonu
ve güya Bulgaristan’a kaçırmak için ona rehberlik edecek,
Ali ERTEKİN’le birlikte yola çıktılar.
Yanına sadece küçük bir çanta aldı ALİ.
Kırklareli’nde peynir alma bahanesiyle,
Kamyon şoförünü şehir merkezinde bırakarak,
Orman yoluna vurdular.
Sonra Sabahattin ALİ’den bir daha haber alınamadı.
Cesedini köylüler,
Kafası taşla ezilmiş bir şekilde buldular...
Sabahattin ALİ’yi öldürdüğünü itiraf eden,
Katil zanlısı Ali ERTEKİN,
Cinayeti milli duygularla işlediğini belirtti
ve kısa bir süre yattıktan sonra salıverildi...

 

 2 Nisan Sabahattin Ali’nin ölüm yıldönümü saygıyla anıyoruz. Sevgiyle kalın hoşçakalın…..