Osman Aydoğan


Ruhlarımız Geride Kalıyor


Michelangelo Antonioni´nin 1995 yapımı "Par-delà les Nuages" (Bulutların Ötesinde) adlı bir filmi var. Michelangelo Antonioni İtalya´ya ve Fransa´yı gezer. Oralarda dört aşk hikâyesine tanık olur, bir araya getirerek film yapar. Hikâyelerin ortak noktası merkezlerinde bir kadının olmasıdır. Bu film 1995 yılında Venice Film Festivali´nde Michelangelo Antonioni ve Wim Wenders´e Fipresci Ödülünü kazandırmıştır. (Michelangelo Antonioni filmi çekerken, artık tekerlekli sandalyeye mahkûm, yaşlı ve felçli bir adam olduğundan Wim Wenders yönetmen yardımcısı sıfatı ile kendisine yardımcı olmuştur.) İşte bu filmde hoş bir sahne ve hoş bir hikaye vardır. Genç kız bir kafede gizemli bir erkekle tanışıyor ve adam ona şu hikâyeyi anlatıyor: ´´Bir zamanlar Afrika´da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor doğa koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir süre konuştuktan sonra şu şekilde ifade etmeye çalışmış: ´Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor.´ ´´ Modern şehir hayatının ve çağımızın getirdiği en büyük sorunlardan biri bu; "hızla ve sonu bir türlü gelmeyecek olan hedeflere doğru çılgınca koşuşturmak" ve koşuştururken etraftaki ayrıntıları, manzaraları, küçük mutlulukları, kısaca hayata dair pek çok yaşanası güzelliği görememek ve kaçırmak... Ya da yaşanan yığınla drama, saçmalığa ve ilkelliğe seyirci kalmak, duyarsızca sadece bakıp geçmek ve gitmek... Halbuki durup ruhlarımızı beklemeli, her günün bitiminde yatağa uzanıp "kendimize doğru´´ bakmalıyız.