Osman Aydoğan


Paul Valery (2)


Deniz Mezarlığı Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın Şaşmaz öğle zamanı ateşlerle yaratır Denizi, denizi, hep yeni baştan denizi Tanrıların sükunu çeker gözlerimizi Bir düşünceden sonra, ah o ne mükafattır İnce pırıltıların o ne saf hüneridir Bir seçilmez köpükte nice elmas eritir Nasıl bi sükun sanki peyda olur o demde Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur Ebedi bir davanın saf marifeti budur Zaman kıvılcım, hülya bilmek olur âlemde Basit Minerva mabedi tükenmeyen hazine Yığın halinde sükun, göz önünde define Kaşlarını çatan su, bi alev perde altı Kendine nice uyku saklayan göz, ey bana Mukadder olan sükut? Ruhta yükselen bina Fakat bin kiremidi yaldızlı dam, ey çatı. Bir tek ahın içinde belli zaman mabedi Etrafımda denize bakışlarımın bendi Çıkarım o saf yere artık bütün bütüne Ve bütün tanrılara son adağım olarak Asude bir meneviş dağıtır kucak kucak Şahane bir istihkar irtifalar üstüne Nasıl ağızda yemiş zevk olup da erirse O yokluğunu nasıl lezzete çevirirse Varsın şekli mahvolsun, orda içime siner Benliğimin ilerde duman olacak özü Eriyen ruha söyler bir şarkıyla gökyüzü Nasıl değişmededir ulu sahiller? Güzel gök, gerçek gök, gör bende değişmeyi Ne kaldı onca gururumdan, ve hünerliyse de Gör aylaklığımdan geriye ne kaldı şimdi Kapıldım ışıl ışıl boşluk derinliklerine Ölülerin evleri üzerinden gölgem geçmede Alıştırarak beni o ince, o tüy ilerleyişe. Güneşin alevleri altında böyle ruhum Ey güzelim adalet sana tutunuyorum Senin o ışıktan amansız silahına Ruhum! Getirmekteyim seni ilk durumuna Gör kendini! Ama bil, dönüşsen de ışığa Bir gölgesin, donuksun işte yarı yarıya. Bilir misin, yaprak ve dalların düzme tutsağı O cılız parmaklıkları yiyen girinti Yumulu gözlerimi kamaştıran gizler Hangi ten çekmekte tembel sınırına beni Hangi tutkudur o kemikli toprağa sürükler? Bir kıvılcım tende anar yitişlerimi. Örtük kutsal maddesiz bir ateşle Bağrını vermiş şu toprak köşesine Bayılıyorum üstünde meşaleler yükselen Bu yere ki altındandır, taştan, loş ağaçlardan Ne mermerler titreşir uyup da gölgelere Uyur vefalı deniz, mezarlarımın üstünde! Korkularına karşı elinde tek ben varım! Pişmanlıklarım, kuşkularım, ayak bağlarım. Hepsi de o senin iri elmasının kusuru Ama onların o ağır mermer gecelerinde, Ne olduğu bellisiz bir kavim bitki köklerinde Nicedir usul usul senden yana doğruldu. Kopkoyu bir yoklukta eriyip gitti, İçti kırmızı, kil beyaz niteliği, Ve çiçeklere geçti yaşama yeteneği! Nerede sözcükleri ölülerin, o senli benli Kişisel yol yordam, tek tek kişiler nerde? Kurt düşmüş gözyaşlarının doğduğu yere. Belki tiksinme kendimden, öz sevgisi belki, Görünmez dişleriyle bana öyle yakın ki! Akla gelen her ad uygun düşmekte ona; N´olsa görüp istiyor, düşlüyor, dokunuyor! Ben uyurken hatta, gövdemden hoşlanıyor. Temelden ilişkindir yaşamam o canlıya. Rüzgar çıkıyor? Yaşamaya dadanmak gerekir! Sonsuz meltem kitabımın sayfalarını çeviriyor. Toz toz kayalardan fışkırıp durur sular; Uçun, hadi uçun, göz kamaştıran sayfalar; Yıkın dalgalar; şenlikli sularınızı akıtın. Yelkenlerin yemliği şu rahat çatıyı yıkın! Paul Valery Çeviri: Sabri Esat Siyavuşgil