Osman Aydoğan


Otlukbeli Meydan Muharebesi (4)


Gelelim üçüncü ve en önemli derse: Günümüzde de çok tartışılıyor ya: Türk birliği, İslam birliği, mezhep birliği veya ittifakı gibi kavramlar? Mesele, Türklük, Müslümanlık ve hatta Sünnilik olmuş olsa idi zaten bu savaşlar olmaz idi... Her iki tarafta da aynı niteliklere sahipti; Türktüler, Müslümandılar ve hatta hatta, Sünni idiler.... Tarih boyunca aynı kavim, aynı din, aynı mezhep mensupları pek çok kez birbiri ile savaşmış, dahası birbirlerine karşı başka kavim ve din ve mezhep mensupları ile ittifak içine girmişlerdir. Yani ırka, dine ve mezhebe dayalı ittifakların hayalini kurmak ve buna göre politika oluşturmak ülkeyi felakete götürecek ham bir hayalden ibarettir... Gelin yine son sözü İbn-i Haldun´a bırakalım: ?´Coğrafya kaderdir!´´ Yani derdi ki İbn-i Haldun bu iki kelimelik strateji ilkesini anlayamayan günümüz Türk politikacılarına: Politikalarınızı ırka, dine, mezhebe göre değil; coğrafyanıza göre belirleyin! Ve gidin öncelikle coğrafyanızla barışın! Çünkü coğrafyasıyla barışık yaşayan toplumlar barış içinde, huzur içinde, refah içinde ve uzun yaşarlar... Bu politikanın aksi kan ve gözyaşıdır... Sadece İbn-i Haldun değil Tarih Baba da bunu böyle söylüyor... Eğer siz kaderinizle -pardon - coğrafyanızla barışık değilseniz başkaları gelir, onlarla itiifak yaparlar, altınızı oyarlarlar, gözünüzü çıkarırlar hatta hatta canınıza kastederler.... Siz de tarihinizi bilmez, anlamaz veya anlamazdan gelip ´´kör olası dış düşmanlar, üst akıl´´ deyu iç politika malzemesi yaparsınız... Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ne diyordu: ´´Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya mahkûmdur.´´ Hoş, zaten ´´ümmet´´ derdinde olanların ´´millet´´ diye bir derdi de olmaz ya... Bir not: Yazımın girişinde Ilısı Barajının yapımı nedeniyle su altında kalacak olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan´ın saltanat yıllarında şehit (!) düşen oğlu Zeynel Bey için yaptırıldığı türbenin taşınmasından yola çıkarak sizlere Otlukbeli savaşını anlattım. Burada şu soru sorulmalıdır: Osmanlı´nın bizzat savaştığı düşmanının oğluna, onu şehit (!) diye anmamıza ve onun türbesine gösterilen bu ihtimam niyedir? Bunun cevabını da bir sonraki yazımda anlayatım... İkinci bir not: Yine yazım içerisinde Otlukbeli Savaşının birçok tarihçiye göre döneme oranla kullanılan taktik, teknoloji ve insan gücü bakımından 15. yüzyılda yaşanan en büyük savaşlarından birisi olarak kabul edildiğini söylemiştim... Bu yazımı okuyan okuyucalar arasında asker kökenli olup da askerî akademilerde bu işin ilmini okuyan, tahsilini yapan okuyucularım da var... İşte burada da şu soru sorulmalıdır: Böylesi önemli bir savaş neden harp okullarında, hadi harp okulları neyse de harp akademilerinde okutulmaz? İllaki okutulacak savaşlar Osmanlının Hrıstiyanlarla, Batı ile olan savaşları mı olmak zorundadır? Bunun cevabını dabir sonraki yazıma, yarına bırakayım... Yoksa bu kadar uzun yazılarımdan dolayı bana yapılan sitemlerin, yediğim fırçaların haddi hesabı yok!