Osman Aydoğan


O´nu sevenleri sevenlerden biri -4-


. İbrâhim bin Ethem şaşkındır, sorar ?Sizi tanıyor muyuz acaba??

- Sanmam! Öylesine bir yolcuyum, sadece konaklayacağım burada.

- İyi ama burası han değil ki?

- Ne ya?

- Saray!

- Sizden evvel kim oturuyordu burada?

- Filan kişi!

- Ondan evvel

- Feşmekân!

- Bu nasıl saray ki biri gidiyor biri geliyor. Söyle farkı ne handan?

Genç şehzade hadisenin tesirinden kurtulamaz. Gece dön o tarafa, dön bu tarafa, bir türlü uyku tutmaz. Sahi nereye gitmektedir böyle? Ye, iç, eğlen, nereye kadar? Gecenin ilerleyen vakitleri tavanda ayak sesleri duyar. Pencereyi açar:

- Hey! Kim var orada?

- Kervancı! Develerimi arıyorum da!

- Devenin ne işi var damda?

- Bunu kuş tüyü yatakta hakikat arayan biri mi soruyor bana?

Kalbine bir ateştir düşer, yanıp tutuşmaya başlar.

İşte bu iki olay üzerinedir ki İbrâhim Bin Ethem sultanlığı, padişahlığı bırakıp derviş olup, zühtü olup yollara düşer.

Yolda bir taş görür İbrâhim bin Ethem. Üzerinde "Çevir ve altını oku!" yazılıdır. Çevirir taşı; "Eğer öğrendiğinle âmel etmiyorsan ne diye bilmediğini öğrenmek istiyorsun?" yazısını okur ve; "Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur." der ve ağlar...

Yolda karşılaştığı bir kimse kendisinden nasîhat isteyince: "Bağlı olanı aç, açık olanı kapa." diye buyurur. O kimse; "Bunu anlamadım." deyince; "Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuşma." diyerek izah eder.

Bir süre Nişâbur´da yaşar. Mağaraları mesken tutar, kavurucu günler, dondurucu ayazlar... Ne zaman ki insanlar ona tazim ve hürmette bulunurlar, başka diyarlara yelken açar. Sonra Harameyn´e yönelir, Kâbe ve Ravda hasreti dayanılmaz olmuştur zira... Eğer bir kervana, kafileye katılsa kolayca vasıl olacaktır menzili maksuduna. Lâkin o kumlara bata bata gider, alnını secdeye koya koya. 14 yıl çöllere katlanır, dile kolay.