Osman Aydoğan


Musul ve Kerkük’ün kaybı

Musul ve Kerkük’ün kaybı


Musul ve Kerkük’ün kaybı

Türkiye’de günlerdir iç içe geçmiş mafya-siyaset-tarikat ve ticaret ilişkileri konuşuluyor. Gündem sadece bu… Siyaset-tarikat-ticaret ilişkilerini biliyorduk da bu mafya da yeni çıktı veya yeniden hortladı. Demek ki geçmiş zamanda siyaset mafyayla iş tutmuş, mafyayı taşeron olarak kullanmış, başkalarına karşı kullanılan mafyanın beklentileri karşılanmayınca da bu sefer de mafya namluyu kendini kullananlara doğrultmuş. Aslında son yirmi gündür Türkiye’de konuşulan konunun aslı, astarı, özü, özeti bu…

Ama siz buraya takılıp da canınızı sıkmayın. Tencere yuvarlanır, kapağını bulur. Her zaman yaptığım gibi gelin, ben sizi alıp yine tarihin bilinmeyen çekici taraflarına götüreyim…

Musul ve Kerkük’ün kaybı

29 Nisan 2021 günü Kût Zaferi’ni anlatırken zaferden sonra yapılan stratejik hatalar sonucu bu zaferin ziyan edildiğini daha sonra da Musul ve Kerkük’ün kaybedildiğini yazmıştım… Musul ve Kerkük’ün nasıl kaybedildiğini ve bu konuda yanlış bilinenleri kısaca anlatmak istiyorum…

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında İngilizler Musul’un 60 km güneyinde bulunuyorlardı. Türk Ordusu ise, Musul-Erbil-Süleymaniye üçgenini kontrol altında tutuyordu. Kerkük merkezi hariç, Süleymaniye ve genel olarak Musul vilayeti 6. Ordu komutanı Ali İhsan Sabis Paşanın denetimi altındaydı.

Misâk-ı Millî

Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın, 28 Ocak 1920 tarihinde kabul ettiği Misâk-ı Millî, Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı gün Osmanlı ordusunun denetiminde bulunan bölgeleri ifade ediyordu…

23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasının ardından kurulan TBMM’nin hedefi, düşmanı “harîm-i ismet”inde boğarak, Misâk-ı Millî’yi gerçekleştirmekti.

Kurtuluş Savaşı’nın bir nevi "Siyasi Manifestosu" olarak kabul edilen Misâk-ı Millî’nin güney hududunu TBMM’nin açılışından yaklaşık bir hafta sonra Gazi Mustafa Kemal Meclis kürsüsünden şu şekilde ifade ediyordu: "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"   

Misâk-ı Millî sınırlarını bu şekilde netleştiren Mustafa Kemal Paşa, Musul’u Kerkük’ü ve Süleymaniye’yi Anadolu’nun bir parçası olarak tanımlıyordu.

Musul ve Kerkük’ün İngilizler tarafından işgali

Ancak Mondros Mütarekesinin 7. maddesi itilaf devletlerine gerekli gördükleri yerleri işgal yetkisi vermekteydi. İngilizler de bölgedeki Hristiyan halkın katledildiği bahanesi ile Musul’un boşaltılmasını Ali İhsan Paşadan istiyorlar. Ali İhsan Paşa’nın basiretsizliği sonucu İngilizler 10 Kasım günü Musul’u işgal ediyorlar…

İşte bu yazımda anlatmak istediğim Ali İhsan Paşa’nın bu basiretsizliği… Ancak bu konu o kadar da basit değil. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da ne yazık ki yanlış bilgiler var…

Musul ve Kerkük’ün kaybı konusunda yanlış bilgiler

TV’lere çıkanlar bu konuyu yanlış anlatıyorlar. Kitaplarda yazanlar bu konuyu yanlış yazıyorlar. Bu konuyu yanlış yazanlar veya TV’lerde yanlış anlatanlar İhsan Paşa'nın İstanbul'dan Saraydan gelen emri uygulama durumunda kaldığı için İngilizlere karşı koymadığını iddia ediyorlar… Bu kişiler kaynak olarak da Zekeriya Türkmen'in ''Musul Meselesi'' (Musul Meselesi, Askerî Yönden Çözüm Arayışları, 1922 – 1925, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 2011) isimli kitabını gösteriyorlar…  

Ali İhsan Paşa'nın İstanbul'dan gelen emir üzerine Musul ve Kerkük’ü İngilizlere bıraktığını iddia eden bahsi geçen kaynak kitapta, sözü edilen emrin şu şekilde olduğu iddia ediliyor: "Musul 'un elimizde kalması zaruri olmakla beraber, İngilizler ileri hareketlerinde ısrar ederlerse fiilen taarruz edinceye kadar ateş açılmaması ve onlar taarruz ettikleri takdirde protesto edilmesi."

Kitapta geçen sözde emir bu şekilde… Kitapta kaynak olarak da 59 numaralı kaynak veriliyor... 59 numaralı kaynağa gidiyorum. O da şu şekilde: (59) Hulki Saral, "Birinci Dünya Harbi Sonunda ve İstiklal Harbinde Musul Sorunu" (Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 225, Ankara 1968, s. 29) Kaynak gösterilen bu dergiye gidiyorum: Orada da aradığım orijinal belge veya belge için atıf yapılan bir kaynak da yok... Kaynağın yazarına gidiyorum; Hulki Saral'a... O da 1960 olaylarında ordudan emekli edilmiş eski bir asker, akademisyenliği yok.... Zaten emrin içeriği bir tarafa koskoca Osmanlı İmparatorluğunun da böylesi bir emirde böyle bir üslup kullanma imkân ve ihtimali de yok…

Ancak Birinci Dünya Harbinin seyri ve hitamı esnasında Osmanlı Hükumetinin Ali İhsan Paşa'ya böyle bir emir vermesi akla ve mantığa, günümüzün deyimi ile hayatın olağan akışına aykırı olduğunu değerlendiriyorum. Çünkü ordusunu bu harpte İran'a bile gönderen, Mondros Mütarekesinde Musul ve Kerkük’ü ‘’Misaki Milli’’ sınırları içerisinde bırakan ve bu sınırları da muhafaza gücü var olan bir siyasi iradenin Ali İhsan Paşa’ya Musul ve Kerkük'ten çekilme emri vereceği, verebileceği akla ve mantığa uygun değildir diye kıymetlendiriyorum...

Gerçeğin kendisi

O zaman harbin bu kısmını cephede bizzat yaşayan Mustafa Kemal Atatürk bu konuda Nutuk’ta ne diyor, ona gidelim... Nutuk’taki bu bölümü gelin beraber okuyalım:

Nutuk, 5. Bölüm, ''1′nci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın yarattığı durum'':

(Ali İhsan Paşa) Tevhidi efkâr gazetesinde yayımlattığı kendi savaş öyküleri arasında, Ateşkes Anlaşmasının yapıldığı günden bir gün önce, Musul güneyinde, Şarkat’ta, Dicle Grubunun tutsak düşmesi sorumluluğunu yalnız, o zaman grup komutanı olan (şimdi Doğu Cephesinde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İsmail Hakkı Bey’e yüklemesi de bu karakterinin açık bir kanıtıdır. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22’nci alaylarla avcı alayından kurulmuştu. Bunlardan başka, ayrıca Beşinci Tümenden 13 ve 14’üncü alaylar da parça parça tutsak verildi. Ateşkes Anlaşmasından bir gün önce 13.000 kişinin tutsak verilmesi, 50’ye yakın topun elden çıkması gerçekte kendisinin, duruma uygun olmayan bir buyruk vermesinden doğmuştur. İşte bu durum, Musul ilinin elden çıkmasına yol açtı. Oysa, Ateşkes Anlaşmasının (Mondros) yapılacağı biliniyordu. Gruba, Keyare dayangasına çekilmek için yönerge verilseydi İngilizler, Grubu tutsak etmek şöyle dursun, yenemezlerdi bile. (Dicle Grubuna) Beşinci Tümen de katılabilirdi. Böylece, Ateşkes Anlaşması yapıldığı zaman, tutsak düşen sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı. Ama alçak bir düşünce, mantığı yenmiştir.

(İhsan Paşa) savaş öykülerinde, Dicle boyundaki bütün başarıları ve Tavnzınd’ın (Townshend -1934 basımında “Tavşend”-) tutsak edilmesi şerefini yalnız kendisine mal etmiştir... Yaptırdığı yayınlarda her başarıyı yalnız kendisine mal etmekten amacı, kamuoyunu aldatarak ün ve mevki kazanmaktır. Ünlü kişilerle ilgili öyküleri yayımlamak, ulusta övünç duygularını sürdürmek için gereklidir. Ama tarihin sorumlu göstereceği kişilerin yaptıklarını övünülecek şeyler arasında saymak, tarihi lekeler ve gelecek kuşakları yanlış kanılara sürükler.

General Marşal’ın (Marshall): “Yarın öğleye değin Musul’dan çıkınız, yoksa savaş tutsağısınız.” buyruğunu aldığı zaman, o pek kurumlu Paşa Hazretleri, Sincar çölünü geçerek Nusaybin’e gitmek için, General Marşal’dan bir resmi belge ile, koruyucu olarak da iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey’le (şimdi Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Âşir Paşa) beni Musul’da bırakarak Nusaybin’e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi erkini de kırdı ve bu durumu görenlerin içi sızladı. (Oysa), koruyucusuz olarak Zaho yoluyla gidebilirdi; ya da atlı olarak çölden gidebilirdi. Halep’te İngiliz generalinden kendisi için özel tren istedi ve yolda bir aşağılamaya uğramaması için trene koruyucu bindirilmesini istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde canını ve dirliğini korumak için ulusal onuru unutan Paşa Hazretlerinin ahlakına örnek olmak üzere yukarıdaki olayları yazdım… Eski komutanıma hoş görünmedim; çünkü sonsuz isteklerini yerine getirmedim ve dalkavukluk etmedim… Ulusa, Ulusal Orduyu kuran ve utkular kazanan büyük komutanlar gibi yüce ruhlu, uzdilekli kılavuzlar, komutanlar gerektir. Orduda birliğin ve uyumun bozulması, görev yapma isteğinin azalması için çalışanlar, üstün kişi de olsalar, dokuncalı kişilerdir. Ben, çekilen emekleri bildiğim…. girişilen savaşımda da başarıyı dilediğim için (bu raporu) -namusum ve kutsal bildiğim şeyler üzerine and içerim ki düşmanlık ve bir çıkar için yazılmış değildir- sunmaktan çekinmedim. İran’da, Kafkasya’da uzun süre (Ali İhsan Paşa’nın) emir subaylığını yapan Binbaşı Cemil Bey (Şimdi Birinci Ordu Harekât Şubesi Müdürü) son günlerde bana: “İyi ki Ali İhsan Paşa, Ulusal Eylemin başlangıcında Anadolu’da bulunmadı. Malta’da bulunduğu iyi oldu. Yoksa, hiç kuşkusuz, aykırı bir yol tutardı.” dedi. Karakterini çok iyi bilen Cemil Bey, pek doğru söylemiştir….. “Soğuktan uyuşmuş yılana Tanrı’m güneş göstermesin!” diye yüce Tanrı’ya yalvarırım. (“Mâr-ı sermâ-dideye Rabbim güneş göstermesin!” Şehrî.)

Sonuç

Nutuk’da Mustafa Kemal Atatürk, Musul ve Kerkük’ün kaybını bu şekilde anlatıyor. Ve Mustafa Kemal Atatürk, Musul ve Kerkük’ün kaybını tamamıyla Ali İhsan Paşa’ya, onun basiretsizliğine ve ihmaline yüklüyor… Görüldüğü gibi Ali İhsan Paşa’ya İstanbul’dan gönderilen İngilizlere karşı koymayın diye bir emir bulunmuyor… Zaten arşivlerde böyle bir belge de bulunmuyor…

Görüldüğü gibi Birinci Dünya Harbi'nde Ali İhsan Paşa'nın basiretsizliği ve ihanetiyle Musul ve Kerkük İngilizlere teslim ediliyor, harpten sonra da yine İngiliz oyunuyla Türkiye'nin elinden çalınıp, gasp ediliyor…

Günümüzde de ben içte ve dışta yaşananları görünce, “Mâr-ı sermâ-dideye Rabbim güneş göstermesin!” (Soğuktan uyuşmuş yılana Tanrı’m güneş göstermesin!) diye yüce Tanrı’ya ben de dua ediyorum...