Osman Aydoğan


Kuşların ve rüzgârın şairi

Dün ‘’mademki söz şairlerden açıldı…


Dün ‘’mademki söz şairlerden açıldı…’’ diyerek Türk şiirindeki ‘’İkinci yeni’’ akımının şairlerinden Turgut Uyar’ı anlatmıştım… Ancak yazımda hem ‘’İkinci Yeni’’ hem ‘’Turgut Uyar’’ hem de ‘’Tomris Uyar’’ ismi geçince; bu üç isimle ortaklığı olan bir başka şairimizi de anmak istedim.... 

İkinci Yeni Akımı

Bu şairimizi anlatmadan ‘’İkinci Yeni’’ akımından tekrar da olsa kısaca bahsetmek istiyorum…

‘’İkinci Yeni’’, Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan ve 1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer gibi şairlerin oluşturduğu bir topluluktur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdost'tur. Akımın öncü şairi Ece Ayhan'a göre ise az kullanılan adıyla '’Sivil Şiir’'dir…

Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çalıştılar. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmekti.

İşte Türk şiirindeki bu ‘’İkinci Yeni’’ akımının; hep bir kadın naifliği, nezaketi ve yumuşaklığını barındıran, ipek gibi, kadife gibi bir Türkçesi olan, sakin, barışçıl, huzur verici bir konuşuşu, bakışı olan, kuşların, rüzgârın şairi olan ancak pek tanınmayan, en çocuksu bir şairi vardı: Ülkü Tamer...

Ülkü Tamer

Ülkü Tamer, 1937, Gaziantep doğumludur.  1958 yılı Robert Kolej'i mezunudur. Daha sonra da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde okudu. Şairliğinin yanında, gazeteci, oyuncu ve çevirmendir. Yetmişin üstünde kitap çevirmiş, şiir antolojileri hazırlamıştır. Lise yıllarında şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlanır. İlk şiiri 1954 yılında Avni Dökmeci'nin yönetimindeki ‘’Kaynak’’ dergisinde yayınlanır: "Dünyanın Bir Köşesinden Lucia". Şiirleri daha sonra Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirus, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımlanır. İlk şiir kitabı ‘’Soğuk Otların Altında’’ 1959'da yayınlanır. 1986 yılında o ana kadar yayınladığı yedi şiir kitabını "Yanardağın Üstündeki Kuş’’ adlı kitapta bir araya getirir.

1991 yılında dört öyküsünü içeren "Alleben Öyküleri" adlı öykü kitabını, 1997'de ise "Alleben Anıları" adlı öykü kitabını yayımlar. (‘’Alleben Öyküleri’’ ve ‘’Alleben Anıları’’ memleketi olan Gaziantep ile ilgilidir.) Bunları 1998'de yayımlanan "Yaşamak Hatırlamaktır" adlı anı kitabı izler… Oyunculuk dönemi anılarını içeren "Bir Gün Ben Tiyatrodayken" ise 2003 yılında yayımlanır.

Çevirileri de öyle basit çeviriler değildir... Çevirileri Euripides, Hamilton, Shakespeare, Çehov, Brecht, Miller, Steinbeck,  Eliot ve Ibsen gibi dünyaca ünlü çevrilmesi zor yazarların eserlerdir….

Bu çevirilerden Edith Hamilton'dan ‘’Mitologya’’ çevirisiyle 1965 yılın ‘’TDK  Çeviri Ödülü'’nü ve 1979'da çevirileri nedeniyle Macaristan Halk Cumhuriyeti'nce verilen ‘’Endre Ady Ödülü’nü',  "İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür" (1966) adlı kitabıyla 1967 yılı ‘’Yeditepe Şiir Ödülü’’nü, "Alleben Öyküleri" adlı öykü kitabıyla 1991 yılı ‘’Yunus Nadi Ödülü'’nü ve 2014 yılında "Bir Adın Yolculuktu" adlı kitabı ile de ‘’Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'’nü kazanır…

Tomris Uyar'ın, Turgut Uyar'dan iki önceki, Cemal Süreyya’dan bir önceki eşidir Ülkü Tamer aynı zamanda.

Ülkü Tamer'in sözlüğü

Kendine ait bir sözlüğü de vardı Ülkü Tamer’in… Sözcükler yüklediği anlamlar da şairin o derin ve naif iç dünyasını yansıtırdı… Bu sözlükten birkaç sözcük:

Acı: On iki ayın mor kanatlı kelebeği…
Buz: Gölün tavan arası…
Ceviz: Sincapların sandık diye açtıkları kutu…
Çit: Çimen saati…
Düğüm: Kuşların yüreğindeki patika…
Elmas: Ay ışığının sesi…
Fırıldak: Rüzgârın çocukluğundan bir anı…
Göktaşı: Meleklerin kırık oyuncağı…
Ğ: Alfabenin ıssız deresi…
Haydut: Ağaçların üstünde dörtnala giden adam…
Ihlamur: Hasta böceklerin başucu ağacı…
İnci: Deniz diplerinin kırağısı…
Jüpiter: Yüzyıllar önce yola çıkmış bir kirpi…
Küskünlük: Yaprakların yere düşerken rastladıkları komşu…
Leke: Karın üstüne damlayan serçe kanı…
Masal: Gürgenlerin çocuklara söyledikleri ninni…
Nöbetçi: Kovuk başlarında biten mantar…
Okyanus: Yeraltından fışkıran gökyüzü…
Pas: Güz bulutlarında donan yağmur…
Rıhtım: Toprağın taştan kılıcı…
Saçak: Kumruların şemsiyesi…
Şapka: Orman cücelerinin tüylü evi…
Takvim: Yılların kıyısında dolaşan kayık…
Uyanış: Şafağa altın boşaltan bakraç…
Üçgen: Kış gelince yağan piramit parçaları…
Vadi: Coğrafyanın atlara armağanı…
Yılbaşı: Korunun sonunda başlayan koru…
Zebra: Üvey kardeş…

İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür

Ülkü Tamer son yıllarındaki bir sohbetinde "Kaç kelebek ömrü kadar ömür yaşadım, yetmez mi?" demişti… Demek yetti ki artık o da iki sene önce 01 Nisan 2018 tarihinde 1 nisan şakası yaparcasına ardından sözcüklerini öksüz ve yetim bırakıp o güzel atına binerek aramızdan çekilip de gitti... Bir değer daha göçtü gitti işte… Biz biraz daha fakirleştik… Susuz bahçelerde, gübresiz havuzlarda, çorak tarlalarda, sarı bozkırlarda aç, susuz, gıdasız, aşksız, sevgisiz, duygusuz, sonuçta nefessiz ve kelimesiz kaldık!

Ülkü Tamer şiiri, “insanın kendine yönelik bir sanat biçimi” olarak görürdü… “Şiir yazarken kendi kendime sanki kendimi anlatıyorum” derdi…  Bu nedenle Ülkü Tamer'in şiirlerini okurkan insan kendinden çok şey buluyor bu şiirlerde... Yazımın sonunda şairin şiirlerinden kısa bir demet sunmak istiyorum… Ülkü Tamer'in şiirlerini yorumlamayacağım çünkü şairin  şiirleri yorumlanmaya gerek kalmayacak kadar açık ve net!...

Ülkü Tamer bir şiirinde:  ''İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür'' derdi... İçine ''hava'' değil de ''gökyüzü'' çeken bir şair ayrıca nasıl yorumlanabilir ki? 

Ruhu şâd olsun…