ALİ ÖZARSLAN


KADIN VE KIYAFET MESELESİ


1890 darbesinin ardından iktidar olan Turgut Özal hükümeti sırasında ilk türban tartışması ortaya çıktı. Kamu kurumlarında yasak olan türban ve benzeri dini simge durumundaki kıyafetlerin laik bir toplum yapısına sahip ülkemizde tartışmaya açılması hayra alamet bir durum değildi.

Kenan Evren´le başlayan imam hatip okullarının sayısının artırılması, türban tartışması ve ardından ılımlı İslam ve ikinci cumhuriyet tartışmaları, bugünkü Türkiye´nin habercisi idi.  1996 yılında Tayyip Erdoğan´ın başbakan ve Abdullah Gül´ün de dışişleri bakanı olacağının ortaya çıkması ile amaç belli olmuştu.

Ancak en hararetli tartışma kadın ve türban üzerinden devam etti. Özellikle tarikatların serbest bırakılması yanında bizzat iktidar tarafından destek görmesi, kadın üzerindeki tartışmaları daha ileri ve iğrenç bir duruma getirdi. Çünkü yapılan her din tartışması kadın üzerinden yapılmaya başladı. Öyle ki kadına hakaret, kadına şiddet ve kadının aşağılanmasına dönüştü.

Akademisyen olarak adlandırılan ama ilkokul  mezunu insanlardan bile cahil, cehalet içinde boğulan insanlar türedi. Kendi eşlerini paylaşmayı bile alenen savunur duruma gelen açıklamaları utanmadan sıkılmadan yapabiliyorlardı. Ama temel olarak tartışma kadının kıyafeti idi. Sanki dinde kıyafetten başak bir konu yer almıyormuş gibi. Ama başlangıç yeri kadındır.

Türban, çarşaf yada tesettür adı verilen kıyafetler adı ne olursa olsun hepsi kadını kapatmaya gizlemeye, toplumdan koparmaya yönelik giysiler. İşin başlangıcı bu. Burada kadının dine göre kapanmasından söz edilir ve savunulur. Oysa dinimizde  ve kur´an´da böyle bir ayet ve durum söz konusu bile değildir. Onlar da biliyor  zaten. Amaç burada din ya da kadın değildir. Kadın önemli değildir. Önemli olan bez parçası, kıyafettir. Kadına verilen bir değer yoktur. Kıyafete verilen bir değer vardır

Elbette kadın 1980´den bu yana türban ve kıyafet tartışmasıyla değersizleştirildi. Kıyafet üzerinden sosyal yaşamdan koparılmaya çalışıldı. Kadına yeniden cinsel obje olarak bakılmaya başlandı. Tacizler, dayaklar, kaçırılmalar, öldürmeler güpe gündüz sokak ortasına taştı. Otobüste, parkta, cadde ortasında. Ve hızla arttı. Artmaya da devam ediyor.

Ama bununla kalmıyor kadına saldırı. Türban, çarşaf yada tesettür giyen kadınlara sözde ilerici aydın veya tarikatlara karşı olan, hatta Atatürkçü olduğunu iddia eden bir çok insanda özellikle sosyal medya üzerinden saldırı ve aşağılayıcı küfürler ediyor. Toplum ne yazık ki bugün, dinciler ve laikler gibi iki kutba ayrılırken, kadın bu iki kutup arasına sıkışmış durumdadır. Her iki taraftan da baskı vardır.

Kadını kapatmaya çalışan kesim doğal olarak en yakınlarını kapatarak örnekler yaratmaya çalışıyor ve eşlerinin, kız çocuklarının ve yakınları olan kadınların özgürlüğünü gasp ediyor, değersizleştiriyor. Kadın tam olarak eşyaya dönüşüyor. Kırmızı bilmem ne model araç almak gibi, türbanlı, çarşaflı tesettürlü kadın almak aynı şeydir. Kadın esir ediliyor ve kazandığı insan olma onurunu giderek kaybediyor. Farkında veya değil. Kadının kıyafet seçme hakkı ve özgürlüğü elinden alınıyor. Kadının seçme hakkı yok. Karşı çıkmaması içinde din kullanılıyor, aldatılıyor veya kandırılıyor.

Kapanan kadınlara karşı olan kesim ise kadının seçme hakkının olmadığını, düşüncelerine kelepçe vurulduğunu görmediği için  oda kadına saldırıyor. Her iki tarafta yanlış yapıyor. Her durumda kadın eziliyor. Çünkü kıyafet tartışması adına kadın değersizleştiriliyor. Bırakın kadınlar nasıl isterlerse öyle giyinsinler. Çünkü o önce bir insandır. Bütün erkekler gibi.