Osman Aydoğan


İslam Dünyası´nın geri kalmışlığının tarihi kökenleri (5)


Sonuç olarak; İslam Dünyası´nın Batı karşısındaki bu gerileyişinin mevcut siyasal, ideolojik, sosyolojik, etnik ve mezhep kavgalarının ve ayrışmaların temelinde İmam-ı Gazalî ile İbn-i Rüşd arasındaki bu bin yıllık tezadın yatmakta olduğu ve yukarıda da anlatıldığı gibi bütün bunların İmam-ı Gazalî´nin düşüncesinin veya yanlış anlaşılmasının egemen olmasının İslam dünyasını getirdiği yer ve bir sonuç olduğu düşünülmektedir. Gazalî´den bugüne İslam dünyası, dünya mutluluğu peşinde değildir, öbür dünya mutluluğu peşindedir. O günden bugüne İslam´ın yatırımı bu dünyaya değil öbür dünyayadır. Batı medeniyetinde bu dünya vardır, bu dünyanın nimetleri olan; bilim, sanat, edebiyat, şiir, resim, refah, neşe, mutluluk vardır. Ne yazık ki Gazalî´nin İslam dünyası böyle bir refah toplumu öngörmemektedir. İşte tam da bu nedenle Gazalî düşüncesinin hâkim olduğu İslam´ın Batı tipi bir medeniyet kurma ufku, amacı ve ideali yoktur, ihtimali de yoktur. Bu nedenle de Avrupa´da Rönesans´a öncülük etmiş, bilimin, medeniyetin ve insanlığın beşiği bu coğrafya, o günden (11. yüzyıl) bugüne bilimi unutmuş, metafiziğin dipsiz kuyularında kaybolmuş ve mezhep ve etnik kavgalar nedeniyle insanlarının birbirini boğazladığı bir mezbahana haline gelmiştir. Anlatmaya çalıştığım bu sebeplerin sonucu olarak bu coğrafyada bilimden uzak, etnik kökene, dine ve mezhebe dayalı ilkesiz ve ülküsüz siyasetlerin sonunun huzursuzluk, çatışma, kan, gözyaşı olduğunu yaşayarak görmekteyiz... İngiliz aktör, yönetmen ve yazar Peter Ustinov´un bir tespiti vardır: ??Terör; yoksulların savaşı, savaş ise zenginlerin terörüdür.´´ Emperyalist güçler bu coğrafyadan elini çekmediği, İslam coğrafyası da emperyalizme alet olmadığı, İslam coğrafyasının metafiziğin dipsiz kuyularından ve mezhep kavgalarından kurtulup bilime ve akla yönelmediği, bu coğrafya halklarının etnik tuzaklardan uzaklaşmadığı ve sonuçta bölgeye gerçek anlamda bir barış ve huzur gelmediği sürece bu tespit doğrultusunda bu coğrafyada terör yoksulların savaşı, savaş ise zenginlerin terörü olmaya ve bu coğrafya bu ateş çemberi içinde cayır cayır yanmaya devam edecektir... Bu coğrafyada barışın ve huzurun tek adresi emperyalist güçlerden, etnik kökenden ve mezheplerden uzak, laik bir düzen içerisinde yaşam, bilimsel temele dayalı eğitim ve yönetim ve çatışma kültüründen uzaklaşarak uzlaşı kültürüne geçerek bu coğrafya ülkeleri ve insanları arasında sağlanacak uyum, ahenk ve işbirliği ve yüce Atatürk´ün ?´Yurtta sulh, cihanda sulh´´ ilkesidir. Bir de bu coğrafyanın manevi evrenini koskoca bir morg olmaktan çıkarmak için insanlarına yaşama sevincini aşılamak ve insanlarını ?akılcı ve insancıl? değerler, ?zihin özgürlüğü? ve ?insan onuru? gibi kavramları ile beslemek gerekmektedir. Bütün bunlar olduğu takdirde Hz. İbrahim´in bir ateş çemberi içine atılmışken birden yeşil çimlere düştüğü gibi bu coğrafya da ancak o zaman bir cennete dönüşecektir. Bu ateş çemberinden kurtuluşun bundan başka seçeneği ve çaresi de yoktur. Bugünkü İslam Dünyası´nın geri kalmış olması bir sonuçtur. Ve sebepler ortadan kalkmadan bin yıl da geçse sonuçlar değişmeyecek ve bu dünya bu geri kalmışlıktan ve bu ateş çemberinden kurtulamayacaktır. Yazımın girişinde Ziya Paşa´dan bahsetmiştim ya! Yazımın sonunda da yine ondan bahsedeyim... Ziya Paşa sürgünden döndükten sonra, önce Suriye, sonra Konya ve 1878 yılında da Adana Valiliğine atanır. Ölümüne kadar geçen sürede de Adana Valisi olarak görev yapar. Ziya Paşa Adana valisi iken kendisi hakkında aşağıdaki hikâye anlatılır. 1879 yılında Çukurova´da ortalığı kasıp kavuran bir kuraklık hüküm sürer. Ekinler kurur, sebze ve meyve bahçeleri kuraklıktan ürün vermez olur. Çiftçi, tüccar bir grup Adanalı eli böğründe perişan bir durumda müftüye giderek yağmur duasına çıkılmasını isterler. Müftü efendi de durumu arz etmek ve izin almak üzere Vali Paşaya sorar; ?´Paşa hazretler nasip olursa yarın Cuma namazını eda eyledikten sonra cemaatle birlikte topluca duaya gideceğiz. Zat-ı Devletleri de buna iştirak etmeyi düşünürler mi?´´ Ziya Paşa müftü efendinin bu teklifini alır almaz ayağa kalkar ve konağın penceresinden aşağıda gürül gürül akan Seyhan nehrini seyre dalar. Sonra da müftü efendiye dönüp şöyle söyler; ?´Baka müftü efendi, ben Cenab-ı Hakkın huzuruna yağmur istemek için çıkmaya hayâ ederim. Utanırım. Hemen yanı başımızda koca bir ırmak akıyorken, onun kenarında durup yağmur duası yapmak ne ola ki. Hak teâlâ benden bunun hesabını sormaz mı? Yarın Ruzi- Mahşer´de bana ?Ey Ziya, önündeki nimeti görmezden gelip sen ne yüzle karşıma çıkıp yağmur dilersin´ demez mi? Yok müftü efendi yok. Beni mazur gör. Rabb-ül Alemin´im huzurunda beni rüsva eyleme.´´ Aslında buraya kadar uzun uzun anlatmak istediğimi Ziya Paşa´nın bu hikâyesi açık ve net bir şekilde özetliyor... İbn-i Haldun; ?Coğrafya kaderdir? derdi? Belçikalı yazar Maurice Maeterlinck de; ?´Kaderinden şikâyetçi olan, kendi beceriksizliğinden de şikâyetçi olmalıdır.´´ derdi? Bu coğrafya bize kaderdir diye şikâyetçi olacaksak eğer öncelikle aynaya bakarak Maeterlinck´in dediği gibi kendi beceriksizliğimizden şikâyetçi olmamız gerekecektir! Zira Hz. Allah Kuran-ı Kerim´de bu coğrafyayı anlatırdı zaten: ?´Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.´´ (Yunus Süresi 100. Ayet) Anlıyorsunuz değil mi?