Osman Aydoğan


İslam Dünyası´nın geri kalmışlığının tarihi kökenleri (4)


Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Temmuz 2014 tarihinde İstanbul´da düzenlenen 32 ülkeden 100´ü aşkın İslam bilim adamının katıldığı ?´Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi Toplantısı´´nın değerlendirme oturumunda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez bazı araştırma sonuçlarını da paylaşarak şunları ifade etmiştir: ?Yapılan bazı araştırmalara göre son yıllarda günde ortalama bin Müslüman katlediliyor. Bunun yüzde 90´ı Müslüman tarafından, kardeşi tarafından katlediliyor. Sadece Suriye´de, Irak´ta değil. Libya´da, Pakistan´da, Afrika´da, Myanmar´da... Buralarda ortaya çıkan hareketler var. Şebap´lar, İŞİD´ler, Boko Haram´lar var. Bütün bunlar nasıl türedi. Müslüman kamuoyunda nasıl ortaya çıktı. Üzerinde durmamız gereken en önemli husus bütün bu yapılar nasıl ortaya çıktı. Yanlış yapılar nasıl oluştu. Asıl gaye ise temelinde mezhepçilik ya da fitne ateşini nasıl söndürebiliriz.? Görüldüğü gibi bu coğrafyadaki bir kısım insanlar Müslüman olmuşlar, lakin İslam olamamışlardır. (İslam sözcüğü Arapça ?se-le-me? kökünden türemiştir ve anlamı ?barış?tır.) O günden (1100-1200) bugüne; İbn-i Rüşd, Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Şirazlı Şadi, Hafız-ı Şirazî, Ahmet Yesevi, El Kindî, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli, Şems-i Tebrizi, Muhyiddin İbn-i Arabî, Sadrettin Konevî, Hallac-ı Mansur, Cüneyd-î Bağdadî, Bayezid-î Bistamî, İmam-ı Rabbanî (16. yy.), İmam-ı Azâm Ebu Hanife, İmam-ı Buharî ve -her ne kadar yanluş anlaşılsa da- İmam-ı Gazalî gibi İslam tefekkürlerini, düşünürlerini bu coğrafya bir daha çıkaramamıştır. Bu coğrafyada böylesine İslam düşünürleri bir daha çıkmadığı gibi, İslam Dünyası´nı 20. ve 21. yüzyılda Batı kültürü ile rekabet edebilecek bir güce eriştirecek düşün dünyasının temsilcileri de olmamıştır. Batı dünyasını aydınlığa taşıyan ve 20. yüzyıla hazırlayan sanat ve bilim dünyasının yanında düşün dünyasının Thomas Hobbes, Baruch Spinoza, Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Baron de Montesquieu, Auguste Comte, Alexis de Tocqueville, Emile Durkheim, Jean-Jacques Rousseau, Max Weber, Raymond Aron, Maurice Duverger gibi temsilcileri de İslam coğrafyasında olmamıştır. Günümüzde de tüm dünyaya ve hatta sadece İslam coğrafyasına da olsa hitap edecek bir İslam entelektüeli de yoktur. Çünkü sadece düşüncenin evrimi olur, inancın evrimi olmazdı. Alman araştırmacı Peter Scholl-Latour´un (1924 - 16 Ağustos 2014) 1998 yılında yayınlanan güzel bir kitabı vardı; ?´Das Schlachtfeld der Zukunft: Zwischen Kaukasus und Pamir´´ (Geleceğin Muharebe Sahası: Kafkasya ve Pamir Arası) (Goldmann Verlag, April 1998) (Ne yazık ki bu kitap ne Türkçeye çevrildi ne de Türkiye´de ilgi gördü.) Kitapta özetle diyordu ki yazar; İran ve Afganistan´da dini referans alan bir rejim türemiştir. Kafkasya ve Pamir arası ve bölge ülkeleri tamamen, İran ve Taliban cinsi bu dinci akımın etkisine girecektir. 1970´lı yıllardan bu güne, gerçek dinle, gerçek İslam´la, gerçek Müslümanlıkla hiç ilgisi olmayan ve dini, İslam´ı ve Müslümanlığı siyasi amaçlarla kullanmak isteyen ABD güdümlü ?´Yeşil Kuşak´´ ve ?´Ilımlı İslam´´ gibi projeler içeride işbirlikçiler, eşbaşkanlar bulunarak uygulamaya konulmuştur. Bu projeler sonunda da bu Taliban etkisi sadece Kafkasya ve Pamir arasında kalmamış, Mısır dâhil tüm Kuzey Afrika´yı, Irak ve Suriye´yi ve tüm Orta Doğu´yu kaplamıştır. İşte Irak ve Suriye´de ortaya çıkan bu çatışmaların bu projelerin bir sonucu olduğu değerlendirilmektedir. Bugün için Afganistan´dan, Irak´a, Suriye´ye, Libya´ya kadar İslam coğrafyasında siyasi iktidarlar yerli Müslüman işbirlikçilerin ve eşbaşkanların desteği ile emperyalistler tarafından parçalanarak bu ülkelerdeki devlet kapasitesi çökertilmiştir. Bu coğrafyada paylaşılan ortak ulusal değer, ortak inanç ve ortak hikâyeler kaybolmuş, bu şekilde bölgede bir siyasal boşluk oluşmuş ve bu boşlukta El Kaide, El Nusra gibi radikal dinci çeteler, IŞİD gibi terör grupları, aşiretlerden de güç alarak bir din devleti inşa etmeye kalkışmışlardır. Bu sefer de İŞİD ile mücadele bahanesiyle emperyalist devletler bölgeye girmişler ve mezhep ayrımı da tetiklenerek bütün bölge bir kan gölüne, bir ateş topuna çevrilmiştir. . Bu nedenle bazı düşünürler Avrupa´nın 5´inci Yüzyılda girdiği Orta Çağ gibi İslam coğrafyasının da bu yüzyılda kendi Orta Çağına girdiklerini iddia etmektedirler. Yine yaratılan bu ortamda İsrail´e çevresinde dikensiz gül bahçelerinden oluşan bir coğrafya sunulmuştur. Gerçi ayrı bir konudur ama böylesi bir ortamda Kudüs´ün neden şimdi İsrail´in başkenti ilan edildiğini ve ABD elçiliğinin neden şimdi Kudüs´e taşındığını sormak ve bundan şikâyetçi olmak herhalde bu tablonun müsebbiplerine hiç düşmemektedir.