Osman Aydoğan


İslam Dünyası´nın geri kalmışlığının tarihi kökenleri (2)


Gazalî ?´Tehâfütü´l-Felâsife´´ isimli eserinde, İbn-i Sina´nın, sadece İslam düşüncesinin değil, tüm insanlık tarihinin en değerli eserlerinden olan ?´Kitab´uş Şifa´´sında (Say Yayınları, 2013) geçen düşünceleri de eleştirir. Gazalî kitabının başında Maksadü´l Felâsife adı ile İbn-i Sina´nın felsefe doktrinini özetler. ?´Tehâfütü´l-Felâsife´´, İbn-i Sina´nın fikirlerini reddetmeye çalışan yirmi bölümden oluşur. Onyedi bölümde İbn-i Sina ve takipçilerinin yanıldığı noktaları göstererek onları küfür ile itham eder. Diğer üç bölümde ise fikirlerinin tamamen İslam dışı olduğunu söyler. Filozoflara karşı öne sürdüğü suçlamaların arasında Allah´ın varlığını ve Allah´tan başka Tanrı olmadığını kanıtlayamamalarıdır. İmam-ı Gazalî´den yaklaşık yüz yıl sonra, Endülüslü Halife İbn-i Rüşd (1126-1198) ise ?´Tehâfüt et ? Tehâfüt´´ (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) (Bordo Siyah Yayınları, Dünya Klasikleri-Felsefe, 2012) denemesinde, akıl-inanç çelişkisinin kaçınılmazlığını, hatta gerekliliğini iddia eder. İbn-i Rüşd, bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını, insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağı görüşünü savunur. ?´Çünkü´´ der İbn-i Rüşd; ?İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir ve bu nedenle akla uygun olan nakle (kutsal söz, hadis, vahiy) de uygundur.´´ Gerçekte de İslamiyet, akıl dinidir, bilimi kutsar, bilim, Çin´de de olsa onu oradan gidip almayı önerir. ?İlim Çin´de dâhi olsa gidip alınız.? ?Âlimin mürekkebi şehidin kanından daha üstündür.? ?İlim öğrenmek beşikten mezara kadar farzdır.? ?Bir saatlik tefekkür ? düşünüş - 60 yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır? gibi İslam´ın bilim ile çatışmadığını, evrensel bir din olduğunu, akla ve doğaya en uygun din olduğunu açıklayan Hz. Muhammed (SAV)´in hadisleri vardır. Ayrıca Kur´anı Kerim Ra´d Suresi 19. ayette ?´innema yetezekkeru ulül ?elbab´´ ifadesi geçmektedir ki Türkçe meali şu şekildedir; ?´Yalnızca derin düşünebilen akıl sahipleri bunu idrak edebilirler´´. Bir kısım yorumcular bu ayette geçen ?´ulül ?elbab´´ kavramını ?´akıl ile vahiy veya nakil çatışınca akl-ı selim karar vermelidir´´ şeklinde yorumlamışlardır. (Dr. Harun Çağlayan, Bilgi Kaynağı Olarak Akıl- Reason As A Source Of Knowledge, Kelam Araştırmaları, 2011, s. 246, Muhammed Abduh, Tevhid Risalesi, Çev. Prof. Dr. Sabri Hizmetli, Ankara, 1986) Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk´ün belirttiği gibi; ?Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.? (Ord. Prof. Enver Ziya Karal, -1923-01- Fatih Özdemir Atatürk´ten Düşünceler, ODTÜ Yayıncılık, Ankara 1990, Atatürk´ün Söylev ve Demeçleri II ) sözü ışığı altında İslam dinin akla ve bilimsel faaliyetlere önem verdiğini görmekteyiz. Kaldı ki bizzat İmam-ı Gazalî kendisi söylemiştir; ?astronomi bilmeyen marifetullahta noksan kalır?. Marifetullah; ?´Allah´ı tanımak´´ demektir. Acaba bilimsiz, ilimsiz astronomi nasıl gerçekleşecektir ki? Görüldüğü gibi hem İslamiyet hem de bizzat Gazalî bilimi kutsarken ne yazık ki Gazalî´nin yanlış anlaşıldığı ve tüm bu uygulamaların bu yanlış anlamadan kaynaklandığı veya güç sahiplerinin işlerine öyle geldiği gibi anladığı değerlendirilmektedir. Muhtemeldir ki Gazalî; akıl ile imanın uyum içinde birbirini tamamlayacağını iddia etmiştir. Aralarında yüzyıl gibi bir zaman aralığı da olsa İmam-ı Gazalî ile İbn-i Rüşd´ün bu kitapları yazılı tarihin en önemli ve en büyük tartışmalarından birisi olduğu kıymetlendirilmektedir. İbn-i Rüşd bu tartışmayı siyasal planda kaybetmiştir. Çünkü İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri, şıhları ve güç sahipleri?yanlış anlaşılan veya işlerine öyle gelen, bilim yerine inancı savunduğunu iddia ettikleri- Gazalî´yi desteklemişler, İbn-i Rüşd´ü ise ihmal etmişlerdir. İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri, şıhları ve güç sahipleri Gazalî´yi desteklemişlerdir çünkü Gazalî, ümmeti soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden, biat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlamıştır.