Osman Aydoğan


İran kıpırdarken (2)


Dünya tarihi de Spartaküs´tan, Spartaküs Birliği´ne kadar hesapsız başkaldırıların trajedileriyle doludur? (Almanya´da I. Dünya Savaşı´nın ardından 1918 yılında yaşanan devrimden sonra 1919 yılında Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg önderliğinde silahlı ayaklanma düzenleyen ve adı daha sonra Almanya Komünist Partisi olan grubun ilk adı Spartaküs Birliği -Spartakusbund - idi.) Arkasında on binlerce öldürülmüş köle bıraksa da Spartaküs´in akıbeti hala meçhuldür, Spartaküs Birliği kurucularından Karl Liebknecht´e, Rosa Luxemburg vahşice katledilmişlerdir. Spartaküs´tan, Spartaküs Birliği´ne geride kalan sadece kan, acı ve gözyaşlarıdır? Bir de tarihte ?´Paris Komünü´´ diye bilinen bir olgu vardır? ?´Paris Komünü´´ (La Commune de Paris) Bismarck Almanya´sının Fransa´yı yenmesinden sonra yenilgiyi hazmedemeyen Paris halkının Fransız hükümetine karşı kurduğu 18 Mart 1871´den 28 Mayıs 1871´e uzanan yerel bir yönetimdi. Paris Komünü, içinde şekillendiği koşullar, tartışmalarla yürüyen kararları ve acılı sonu (Savaşta 20 000 kadar komün devrimcisi ve 700´den fazla Versailles´li öldürülür ) onu zamanının en önemli politik dönemlerinden biri yapar. Bu yazdıklarım sadece birer örnek... Bütün bu anlattığım ve anlatamadığım protestolar, itirazlar ve isyanlar bana İrlandalı yazar, oyun yazarı, eleştirmen ve şair Samuel Backett´in en bilinen eseri ?´Godot´yu Beklerken´´ (Kabalcı Yayınevi, 2000)´i hatırlatır. Oyunun en önemli sözü hazin bir şekilde kulaklarımızda çın çın çınlar; ?´Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.´´ Tarihteki bu protestolardaki, bu itirazlardaki ve bu isyanlardaki her bir yenilgi çok acı bedeller ödetmiş ancak daha bir iyi yenilmenin temellerini atmıştır? Ancak özgürlükler de medeniyet de gelişmeler de ilerlemeler de hep bu bedeller üzerine inşa edilmiştir. İşte tarih bu şekilde kendi akışı içinde, o zaman denilen büyük nehrin, insandan, doğadan ve daha birçok etkenden oluşan hayhuyu içinde biçimlenmiştir... Hep yazarım ya; ?´hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır, geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibidir, tarih insana ne olduğunu öğrettiği gibi, ne olacağını da öğretir´´ diye. Geçmişin incelenmesi, insanı değişimleri anlamaya hazırlar; daha sonra da değişimlerden kaygı duyulmamasını sağlar. Yaşam hızlı bir şekilde değişir, buna karşın kurumlar, kuruluşlar ve yapılar çok yavaş bir değişim gösterirler. Bu da toplum içindeki çelişkileri derinleştirir, sosyal patlamalara yol açar. Tarih bize her şeyin tümden değişmesini engellemenin tek yolunun bazı şeylerin değişmesini kolaylaştırmak olduğunu gösterir. Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir. Batı bedeller de ödeyerek biçimlenen bu sürecin bilincinde olarak protestoların ve itirazların demokratik bir hak olduğunu öğrenmiş, bu hakkın kullanılması için her türlü ortamı hazırlamış ve protestolardan ve itirazlardan da mesajları alarak, gerekli dersleri çıkartarak, toplum içindeki çelişkileri derinleşmeden, sosyal patlamalara yol açmadan gerekli değişimleri yapmışlar ve yapmaktadırlar? Ancak Doğulu toplumlarda bir itiraz kültürü ve bir protesto kültürü yoktur. Doğulu toplumlarda yönetimler devletle özdeşleştikleri için yönetime yapılan her türlü itirazı, eleştiriyi ve protestoyu devleti âliye yapılmış gibi algılayarak gaddarca bastırmışlar ve bastırmaktadırlar? İran da Doğulu bir toplum değil midir? Sonunda ne olmuştur İran´da? İktidar yanlıları (!) da sokağa inmişler ve olayları sona erdirmişlerdir. İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi bu sonucu (!) şöyle açıklamıştı: ?´Fitne bitmiştir!´´ Bu kadar işte! Gösteriler Devrim Muhafızları´nın daha da ileri gitmelerine gerek kalmadan, sokağa dökülenlerin yenilgisiyle sonuçlanmış, 2009´da yaşananların benzeri bir kez daha tekrarlanmıştır. (2009´da sandığa hile karıştırdığı gerekçesiyle patlak veren gösterilerde de Ahmedinejad´ı kurtaran yine sokağı gaddarca bastıran Devrim Muhafızları olmuştu...) Tarih, bir sistem oluşturmak için İbn-i Haldun´un başta da söylediğim sözünü de aşarak sadece düşünmenin ve kafa yormanın da yeterli olmadığını öğretir; tek bir mantığa dayanan akıl yürütmelerin pek çoğu, genellikle insanoğlunu yok saydıkları için, yaşamın kendisiyle de çelişmektedirler. Sonuçta İran´da toplumunun da kendi iç çelişkileri vardır ve bu iç çelişkilerin çözümü için mücadele eden insanoğlu da vardır. Ve bu mücadeleyi çalmak için pusuda bekleyen çakallar da vardır elbet? Olayın esası da budur? Bundan dolayı İran gibi bir toplumda böylesi bir huzursuzluktan ve protestolardan bir Ekim Devrimi veya bir Anadolu ihtilali beklemek, hele hele bir Atatürk beklemek ve illaki de arkasında bir dış güç aramak ham hayal olur, hayalperestlik olur? Her hareket bir Ekim Devrimi, her isyan da bir Anadolu İhtilali, her lider bir Atatürk değildir. Her bir huzursuzluğun arkasında da illaki yabancı güçler yoktur. Tarih bize yaşam koşullarına itirazın evirilerek sonuçta siyasi bir nitelik haline geldiğini ve ancak bu şekilde oluşmuş siyasi hareketlerin de kolaylıkla dışarıdan manipüle edilebileceği gösterir? İran´daki ufacık bir kıpırdanmadan görüldüğü gibi bir şeycikler çıkmaz? Ancak yönetimler gereken dersi almazlarsa gelecekteki daha büyük bir sosyal patlamanın da temellerini atmış olurlar. Çünkü tarih bize her şeyin tümden değişmesini engellemenin tek yolunun bazı şeylerin değişmesini kolaylaştırmak olduğunu gösterir. Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir.