Osman Aydoğan


İçsel Huzur ve Mutluluk


Yaz gideli beri o beyaz bulutların yerine Hindukuş dağlarının üzerinden koyu koyu, kara kara, gri gri, pare pare, kül rengi bulutlar gelmişti... Yavaş yavaş pastel bir renk almıştı uzaklar, sararan yapraklar, kuruyan otlar, vadiler yamaçlar, dağlar, tepeler, bayırlar, düzler? Sarı, kahverengi, kırmızı soluk renkleriyle ağaçlar yarı çıplak kalan dalları ile göklere bakmıştı ellerini kaldırmış Tanrı´ya dua eden bir insanmışçasına? Börtü böcek yaz konserlerini kesmiş, kuşların cıvıltıları susmuş, yaz otları da sararıp solmuştu, bir ürkek, bir mahzun, bir hazin sessizliğe bürünmüştü doğa... Daha erken olmuştu akşamlar... Bir annenin çocuğunun üstünü usul usul örtercesine, geceler üstünü örtmüştü ovaların, vadilerin, yamaçların, tepelerin, dağların? Her gün daha bir çığlık çığlığa, daha bir bağıra bağıra batmıştı güneş dağların ardından... Alev alev yanmıştı dağlar güneş batarken, korsuz, külsüz, dumansız... Perde perde inmişti karanlıklar. Usul usul basmıştı geceler... Her akşam gün yavaş yavaş bitip, Güneş dağların ardından alev alev çekilip, usul usul batarken, Necip Fazıl´ın ?´Akşam´´ isimli şiiri gelirdi aklıma; ?´Güneş çekildi demin, Doğdu bir renk akşamı. Bu, bütün günlerimin, İçime denk akşamı. Akşamı duya duya, Sular yattı uykuya; Kızıllık çöktü suya, Sandım bir cenk akşamı...´´ Aslında Celâlâbad´da her akşam bana, garip bir renk akşamıydı? Aslında Celâlâbad´da her akşam bana, bütün günlerimin içime denk akşamıydı?. Aslında Celâlâbâd´da her gün bana gerçek bir cenk akşamıydı... *** Böyle bir sonbahar gecesiydi? Şehriyar´la sabahlara kadar süren sohbetlere dalmıştık? Sohbet değildi aslında, Şehriyar anlatır ben dinlerdim? Ya Şehriyar anlatırken not alırdım, ya da konuşmasından (daha doğrusu dersinden) sonra aklımda kalanları yazardım? Şehriyar´ın dersinin tek kişilik sınıfının tek öğrencisiydim sanki? Şimdi, diyorum ki, iyi ki o zaman bu notları almışım? Yoksa bir otuz yıl sonrası bu konuşmaları (dersleri) hiç hatırlayamazdım? *** ?´Hayal kurmadan bakmayı, çarpıtmadan dinlemeyi öğren Osman, hepsi bu.´´ diye başlamıştı sözüne. Ve devam etmişti Şehriyar tok bir sesle: ?´Esasta isimsiz ve şekilsiz olana isimler ve şekiller atfetmeyi bırak. Her idrak- algılama şeklinin öznel (enfüsi, sübjektif) olduğunu, görülen ya da işitilen, dokunulan ya da koklanan, hissedilen ya da düşünülen, umulan ya da hayal edilen her şeyin gerçekte değil zihinde olduğunu idrak et!. İşte o zaman huzuru tadacak ve korkudan kurtulacaksın.´´ Böyle ders verircesine konuştuğunda cümlelerinin arasında suskun dururdu. Sanki benim anlatmak istediğini sindirmemi beklerdi. Yine böylesi bir suskunluktan sonra devam etmişti: ?´Sen nedensiz mutluluğun olamayacağını düşünürsün. Bana göre mutlu olmak için herhangi bir şeye bağımlı olmak çaresizliğin son kertesidir.´´ Ve devam etmişti Şehriyar: ?´Senin bu mutluluk arayışın, kendini mutsuz ve çaresiz hissetmenin asıl nedenidir.´´ *** Hindikuş dağlarından gelip yığılan bulutlar iyice kümelenmiş, bir aslan gibi kükremiş, gürlemişti gökyüzü... Bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlamıştı dışarıda. Şimşekler ve yıldırımlar gecenin en koyu anını bir anda gümüşten bir güneşin aydınlığına kavuşturduğunda Hindukuş Dağları karanlıklar içinden gümüşten bir tablo gibi parlamıştı. Şimşek yansımaları Şehriyar´ın yüzüne vurduğunda mermerden bir heykel gibi görünürdü Şehriyar. *** Tekrar kısa bir suskunluktan sonra devam etmişti Şehriyar: ?´Dış hayatın önemsizdir Osman´´ demişti?´´Bir gece bekçisi olarak da mutlu yaşayabilirsin. Önemli olan iç âleminde ne olduğundur. İçsel huzuru ve mutluluğu kazanmak zorundasın. Bu, para kazanmaktan çok daha zordur. Hiçbir üniversite sana kendin olmayı öğretemez. Hemen, şimdi kendin olmaya başla. Senin olmayan her şeyi bir taraf at ve durmadan derinleş. Tıpkı bir kuyu kazan adamın su olmayan her şeyi ata ata su seviyesine inmesi gibi sen de öylece, senin olmayan pek çok şeyi atmak zorundasın, ta ki sahiplenemeyeceğin, senin olmayan hiçbir şey kalmayıncaya kadar. Bakacaksın ki zihnin çengel atıp tutunabileceği hiçbir şey kalmamış. İşte o zaman artık sen kendinsin, kendi nedeni bulunmayan nihai nedensin.?´ *** Yağmur devam ediyordu dışarıda? Yağmurdan oluşan sular akıyordu her yerden. Vadilerin yamaçlarına, çatakların girintilerine, derelerin taşlarına, dere kıyılarının kayalarına kafasını vura vura akmıştı sular... Dağların yamaçlarına yaslana yaslana akmıştı sular? Yağmur dindiğinde bulutların arasından sarkan Mehtabın ışıkları altında gümüşten bir nehirmiş gibi, kıvrım kıvrım, büklüm büklüm, döne dolana akmıştı sular... Şırıl şırıl akmıştı yatağında, pırıl pırıl parlamıştı ay ışığında sular... Hiç uyumamıştı sabaha kadar, sabaha kadar akmıştı sular... Toprak rengi, kahverengi, bulanık bulanık akan bütün bu sular İndus Nehri´nin kollarını oluştururlardı.