Osman Aydoğan


İbrâhim bin Ethem (2)


İbrâhim bin Ethem´i anlatan üç kitap vardır. Birincisi Musa Yaşaroğlu´nun ´´Aşkın Kölesi İbrâhim Bin Ethem´´ (TÜRDAV Yayınları, 2014) isimli eseri, diğeri Ersin Özdil´in ´´Sarayını Terkeden Hükümdar İbrâhim Bin Ethem´´ (Ulak yayıncılık, 2016) isimli eseri, üçüncüsü de nefis üslubu ile Necip Fazıl Kısakürek´in ´´İbrâhim Ethem´´ (Büyük Doğu Yayınları, 2000) isimli eseridir. Üçü de birbirinden güzel bir şekilde İbrâhim bin Ethem´i anlatmıştır.

İbrâhim bin Ethem´in hikâyesinde gerçek bir Müslüman´ı görürsünüz. Bugün dini siyasete alet eden politikacılarla, siyasete alet olan sözde din adamlarıyla, TV´lerde soytarılık yapan şovmen sözde din adamlarıyla ve zenginlikte Karun´u geçen Süslümanlarla mukayese edilemeyecek kadar gerçek bir Müslüman´ı görürsünüz? Bugün vatan pahasına siyaset yapıp tahtına ve tacına tutkalla yapışan ve her daim dini siyasete alet eden sözde Müslümanlarla mukayese edilemeyecek kadar gerçek bir Müslüman´ı görürsünüz?

İbrâhim bin Ethem´i okuduktan sonra onu; bir taraftan ait olduğu cemaatinin şefi bırakın başını örtenleri, uzun pardösü giyerek baştan aşağı tesettürlü kadınların dahi çarşafa girmedikleri için ?kâfir? olduklarını söylerken, bu cemaatin; Fatih-Çarşamba´ya artık dar gelip İstanbul´un en lüks otelinde ?Four Seasons İstanbul Bosphorus Hotel? deki lüks mü lüks törendeki magazin basınına konu olan, çarşaf ne kelime, gayet göz alıcı şekilde, adeta bir kuğu misali bembeyaz gelinliğiyle arz-ı endam eden mahdumesiyle (kızıyla) ?erkân?a uymayıp ?ekran?a itibar eden, mabetten medyaya transfer olan bir ?Nakşî pop-star?a dönüşen günümüz temsilcisi ?Cübbeli Ahmet Hoca´´ ile ?haşa- mukayese bile etmezsiniz?.

İbrâhim bin Ethem´i tanıdıktan sonra onu; gözleri sulu medya şovmeni olan, program başına bilmem kaç bin dolar alan sözde din âlimi soytarılarla, bilmem nerelerde yaşayıp milyar dolarlara hükmeden dini sadece ticaret ve siyaset aracı olarak kullanan özünde kâfir sözde Müslümanlarla mukayese bile etmezsiniz?

Günümüzde dinin bu soytarılarca getirildiği noktayı İbrâhim bin Ethem tee o zamanlar görmüştü:

?´Dünyayı yamamak için parçalarız dini biz; 
Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz.´´

HAN

Belh Sultanı Edhem, oğlu İbrâhim´in üzerine titrer âdeta. Önüne kırk altın kalkanlı fedai koyar, ardına kırk altın gürzlü cengâver takar. Geçtiği yer panayır kesilir, tuğlar, ziller, davullar... 

Saray´da ziyâfet eksik olmaz. İşte akça pilavların, kızarmış etlerin, serin şerbetlerin koşuşturulduğu gecelerden birinde kimsenin tanımadığı bir zat çıkagelir, oturur sofraya. 

Muhafızlar tutulup kalır, mani olamazlar. İbrâhim bin Edhem şaşkındır, sorar ?Sizi tanıyor muyuz acaba?? 
- Sanmam! Öylesine bir yolcuyum, sadece konaklayacağım burada.
- İyi ama burası han değil ki? 
- Ne ya?
- Saray!
- Sizden evvel kim oturuyordu burada?
- Filan kişi!
- Ondan evvel 
- Feşmekân!
- Bu nasıl saray ki biri gidiyor biri geliyor. Söyle farkı ne handan? 

YOLCU

Genç şehzade hadisenin tesirinden kurtulamaz. Gece dön o tarafa, dön bu tarafa, bir türlü uyku tutmaz. Sahi nereye gitmektedir böyle? Ye, iç, eğlen, nereye kadar? 
Gecenin ilerleyen vakitleri tavanda ayak sesleri duyar. Pencereyi açar ?Hey! Kim var orada??
- Kervancı! Develerimi arıyorum da!
- Devenin ne işi var damda? 
- Bunu kuş tüyü yatakta hakikat arayan biri mi soruyor bana? 

Kalbine bir ateştir düşer, yanıp tutuşmaya başlar.