Osman Aydoğan


Hükm-ü Karakuşî (3)


Karakuşî her senenin Hicrî Takvime göre Muharrem ayında fakirlere sadaka verirmiş. Yine bir Mu¬harrem ayında bütün sadakayı dağıttıktan sonra, yaşlı bir kadın, kapısını çalmış ve: ?Kocam öldü, fakat kefen alacak param yok!? de¬miş. Karakuşî şöyle cevap vermiş: ?Bu sene sadakayı dağıttım. Sen git, seneye bu va¬kitlerde gel. Ben kocanın kefenini alacağım söz.? (!) *** Bir gün, uzun sakallı iki kişi, yanlarına saçsız sa¬kalsız bir adamı alarak, Karakuşî´nin huzuruna gelmişler ve: ?Bu köse bizim saçımızı sakalımızı yoldu!? diye şikâyette bulunmuşlar. Karakuşî bakmış, suçlunun ne sakalı var, ne de sa¬çı. Hemen hükmünü vermiş: ?Bu kösenin saçı sakalı çıkana kadar, sizi hapsedeceğim. Çıktığında, siz de onun saçını sakalını yolacaksınız!? Tabi, o ikisi hemen davalarından vazgeçmişler. *** Yine mübalağalı bir rivayete göre, Karakuşî´nin çok güzel bir şahini varmış, kafesinden kaçmış. Kara¬kuşî emretmiş ve şahin kaçmasın diye şehrin bütün kapılarını kapatmışlar. (!) *** Karakuşî bir gün hapishaneleri teftiş eder. Herkese suçunu sorar. Sekiz kişi hariç diğerleri masum olduklarını söylerler. Diğer sekiz kişiyse, suçlarını itiraf ederek: ?´Biz suçluyuz! Cezamızı elbette çekeceğiz!´´ demişler. Bunun üzerine Karakuşî zindancı başına şu emri vermiş: ?´Şu sekiz suçluyu derhal sokağa atın ki burada kalan bunca masumun ahlâkını da bozmasınlar!´´ *** Bu hikâyeler başta da yazdığım gibi aslında Selahattin Eyyubi´nin veziri Bahaüddin Karakuşî´yi yıpratmak için rakibi Esad bin Memmati tarafından yazılmış "Kitab el Faşuş fi Ahkami Karakuş" isimli uydurma mahkeme kararlarına dayanmaktadır. Dolayısıyla gerçekle bir ilgisi yoktur bu hikâyelerin ve bu kadı kararlarının... Fakat bu uydurma mahkeme kararlarından yaklaşık bin yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin verdiği Balyoz, Ergenekon vb. davalarındaki kararlar ile günümüzde FETÖ nedeniyle ağalara bulaşmadan marabalara yönelik yapılan ve FETÖ ile ilgisi olmayan tutuklamalar, yargılamalar ise gerçektir ve tam bir ?´Hükm-ü Karakuşî´´dir. Devir artık bu devirdir... Kim bilir bin yıl sonra bu kararlar nasıl anılacaktır? Bize düşen ise Mevlâna´ya sarılmaktır. Mevlâna derdi zaten: ?´Üzülme! Dert etme Can! Aydınlık geceye hiçbir zaman yenik düşmedi Can!´´