Osman Aydoğan


Herkes ve Birkaç Kişi

İdeolojinin şiirle ilişkisine dair bir bağ bulan ilk düşünür Platon (Eflatun)’dur


Herkes ve Birkaç Kişi

İdeolojinin şiirle ilişkisine dair bir bağ bulan ilk düşünür Platon (Eflatun)’dur. Platon şairleri Devlet’in dışında bırakmak ister ve şiiri insanlar üzerindeki etkisi bakımından tehlikeli bulur.  Bu anlamda Platon’un yaklaşımı çerçevesinde şiir, ideolojik olarak “muhalif” bir konumdadır.

Bu anlamda 1980 ihtilâli sonrasında Türkiye’de şairlerin sindikleri, korktukları ya da bezdikleri iddia edilir. Bir görüşe göre de, ihtilâl sonrası topluma dayatılan depolitizasyon şiiri de içe dönükleştirmiştir. Bu çerçevede Murathan Mungan ise “sistem”in bireye dayattığı rolleri ve bu rollerin bireyler tarafından istemsizce üstlenilmesini şiirlerinde sıklıkla işler… Murathan Mungan’ın bu şiirlerinden birisi de ‘’Herkes ve Birkaç Kişi’’ isimli şiiridir.

Murathan Mungan bu şiirde de olduğu gibi Türkçe’yi çok iyi kullanan bir yazardır, şairdir. Bu özelliğini de şöyle anlatır: "İşim kelimeler benim. Sahte alçakgönüllülüğe gerek yok: Türkçe’nin saçlarını tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. İçimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin. "

Murathan Mungan, Osmanlı zarafetini günümüze taşıyan adamdır. Murathan Mungan, okuyucusunu kendi akrabası olarak görür. Bir yazısında şöyle der: “Hayattan kaçtım, sanata sığındım. Yazıyı evlat edindim, okurları akraba.”  “Rüzgâr Kâhini” adlı şiirinde ise 19. yüzyıl Fransız şairlerinden Charles Baudelaire’in ‘’Şer Çiçekleri’’ne bir gönderme yaparak: “Ey okurum / uzak akraba / bir giz aramızdaki yangın” dizeleri ile okurlarına seslenir.

Bu nedenle "ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depreşir" diyerek insan ruhunun ne kadar derin olduğunu en güzel şekilde anlatan Murathan Mungan’ın şu sözlerini sizi evlat edinen bir akrabanın sözleriymişçesine içinizde hissedersiniz, ''sanki hayatımı özetlemiş'' dersiniz, ''içimden geçenleri anlatıyor'' dersiniz, ''sanki, sanki beni anlatıyor'' dersiniz:

"Hayat bazılarına mutsuz olmakla duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil." 

"Sessizliğe borcum var, birkaç kelime."

‘’Kabuklarımızı dünyaya çarpa çarpa kırmaya çalışıyoruz.’’ 

"Can kırıkları, cam kırıkları gibi değildir. Öyle süpürünce gitmez; içinde kalır insanın, aklına geldikçe de batar."

''Hatırladığınız dünler, hayalini kurduğunuz yarınlardan daha fazla olmaya başlıyor.''

"Hepimiz varoluşumuza bir anlam ararız. Kundak ile kefen arasındaki şeyin adı ömürdür, hayat değil. Hayatı biraz da kendimiz yaparız." 

"Dört tane gerçek dost edin, tabutunu taşısın yeter." 

"Aşklarım, arkadaşlarım, dostlarım dağılıp gitti herkes... İçimi sızlatacak kimse kalmadı içimde." 

"Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir."

''Aşk kapıyı çaldığında hemen açma, bazıları çocuklar gibi zile basıp kaçıyor... ''

‘’Şu meydanlar, caddeler, sokaklar, ölmüş ruhlarıyla yürüyen insanlarla dolu!’’

"Hayatım, içimden geçen cümleler içinde geçti."

"Nüfus arttıkça, insan azalıyor." 

‘’Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır. Hayatın kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu...'’

“Kader aradığı kişiyi insanın karşısına her zaman kapı komşusu olarak çıkarmaz. Uzakları yakın etmek düşer size. Haritaları seviniz.”

"Aradıkların ya ölmüştür, ya kaybolmuş... Bulsan bile, onların senin bıraktığın insanlar olmadığını göreceksin. En kötü yabancı çeşidi, bir zamanlar tanıdıklarının arasından çıkar."

"İnsanların acıları onları çok konuştukları için uzun sürüyor."

"Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil ayrıntılardır."

“Yalancı ışıklarla geçici umut vermek değildir doğru olan. Hayatla mücadele azmi, dayanma gücü, karanlığa bakma gücü kazandırmak daha kıymetlidir. Aydınlığı, en iyi karanlığa bakmayı bilenler görür çünkü. Gözü karanlığa alışmamış insan aydınlığın kıymetini bilmez. O gelip geçici çiğ ışığı aydınlık zanneder.’’

"Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum! Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum. Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum.."

Platon'un söylediği gibi şiir insanlar üzerindeki etkisi bakımından tehlikelidir. Şairler ise daha bir tehlikelidir. Bu anlamda Platon’un yaklaşımı çerçevesinde şiir ve şair ideolojik olarak “muhalif” bir konumdadır. Muhalif olmayan şiir, şiir değil, şair de şair değildir. Tabii ki muhalif olmayan ''aydın'' da aydın değildir. Bu nedenle muktedirler şiirleri, şairleri ve aydınları sevmezler. Ellerine geçirdi mi diri diri derilerini yüzerler (Seyyid Nesimî), diri diri yakarlar (Giordano Bruno), olmadı hapsederler, ülkeden sürerler (Nâzım Hikmet), olmadı öldürürler (Sabahattin Ali), daha olmadı topluca diri diri yakarlar (Sivas Katliamı). Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu bütün dünyada her zaman böyledir. Mungan’ın şu sözleri ise şiiri ve şairi ideolojik olarak “muhalif” bir konumda gören Platon’u haklı çıkarır:

'’Yozgat, 1915 öncesi 70 evde piyano olan bir yerdi, şimdiyse milletvekili olarak Bekir Bozdağ çıkıyor.’'

‘’Türkiye'de her şey olabilirsiniz, ama asla rezil olamazsınız." 

"Türkiye'nin resmi dini ikiyüzlülüktür." 

Ve ben kendim için bu gidişle artık Mungan'ın bahsettiği o dört kişiyi de bulamayacağımdan korkuyorum!... 

Ayyyy! Ama ben şairi değil ki, şiirini anlatacaktım!....

‘’Yağmur herkese yağar, ama bazısının içine işler!’’

Bu kadar güzel olmak zorunda mıydı bu dizeler?