Osman Aydoğan


Heinrich Heine ve Loreley


Christian Johann Heinrich Heine (1797 - 1856), 19. yüzyılın en ünlü ve romantizm ve realizm akımları arasındaki geçiş döneminde siyasal şiirin öncüsü olan Alman şairidir. Genelde lirik şiirler yazmıştır.. Yahudi kökenlidir. Göttingen, Bonn ve Humboldt üniversitelerinde hukuk okur ancak edebiyata hukuktan daha fazla ilgilidir.

1825´de dinini değiştirerek, Protestanlığı seçer. Bu Alman devletinde hür bir birey olabilmek için gerekliydi. Aksi takdirde birçok Yahudi gibi hakları kısıtlanacaktı. Yahudi´lerin üniversitede profesör de olması yasaktır. Bu Heine´ın en büyük tutkularından biriydi üniversitede profesör olmak.

Heine sanat yaşamına "Gedichte" (Şiirler) adlı eseriyle 1821´de başlar. Heine´ın kuzenleri olan Amelie ve Therese´e olan tek taraflı aşkı daha sonra onu aşk temalı şiirler yazmaya sevk eder. "Buch der Lieder" (Şarkıların Kitabı) adlı eseri onun en kapsamlı şiir derlemesidir. Heine´nın birçok şiiri besteciler tarafından şarkı hâline getirilir.

Kendine has dillere destan bir içe dönüklüğü vardır. Düşünceleri Fransız devriminden etkilenmiştir.

Nietzsche, Heine´den bahsederken ´´en yüce lirik şair´´ ifadesini kullanır.

Pek de alçakgönüllü değildir. Bir şiirinde söyle tanımlar kendisini:

Ben bir Alman şairi
Bütün Almanya´da meşhur
En üstün isimler söylenince
İçlerinde benimki de bulunur.

Heine, 1831 yılında Almanya´dan ayrılır ve Paris´e gider. Orada ütopist sosyalistler ile arkadaşlıklar kurar. Ve Heine yaşamının geri kalan kısmını Paris´de geçirir.

Pariste okuma yazması olmayan Crescentia adli bir Fransız kadınla evlenir. Heine kadının adını fazla egzotik bulduğu için bu ismi Mathilde olarak değiştirir. Okuma yazması olmayan karısı, Heine´nin ne kadar önemli bir şair olduğundan bihaberdir ve şairin değerini arkadaşlarına sorar. Mathilde, Dumas´ın eserlerini okumak istediğinden, yine Heine tarafından kendisine okuma-yazma öğretilir. Mathilde kocasının şiirleri için değil de Dumas eserleri için okuma-yazma öğrenmek ister!... Belki de bu nedenle Heine ölmeden önce mirasını karısına bırakır ve karısının tekrar evlenmesine şart koşar. Neden olarak da kendisi için en azından bir adamın üzüleceğini söyler!...

Heinrich Heine´nin bu evliliği biraz da Rus yazar Puşkin´in evliliğine benzer. Puşkin, bir baloda Natalya Gonçarova ile karşılaşır ve büyüleyici güzellikteki bu genç kıza âşık olur. Puşkin´in mutsuzluğuna, talihsizliğine ve çok genç yaşta ölümüne giden yolun başlangıcı olur bu karşılaşma. Natalya edebiyatla hiçbir ilgisi olmayan, Puşkin´i bir şair olarak umursamayan, aklı fikri kendine rahat bir yaşam sağlayacak bir koca bulmakta olan sıradan biridir ve ailesinin de ondan pek bir farkı yoktur. Uzun çekişmelerden sonra Natalya ile evlenir Puşkin. Natalya evliliği süresince de kayıtsız kalır Puşkin´e. Yaşamını çekilmez kılan bir kayınvalidesi ve kusursuz ama yapay bir çiçek olan eşi vardır artık Puşkin´in tıpkı Heinrich Heine´nin karısı Mathilde gibi?

Heine´nin Alman politika ve toplumunu eleştirdiği "Deutschland. Ein Wintermärchen" (Almanya. Bir Kış Masalı) adlı eserini 1844´te yazar ve arkadaşı Karl Marx bu eserini sahibi olduğu gazetede makaleler hâlinde yayımlar.

Eserleri Alman otoriteleri tarafından her dikta rejiminde olduğu gibi yasaklanır. Ve her şair gibi kendisi de Almanya için kaygılanır:

"Denk ich an Deutschland in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"

(Geceleyin Almanya´yı düşündüğümde uykularım kaçıyor.)

"Tutunacak bir dalın olup olmadığını; düşmeden göremezsin.." der? Ölüm döşeğinde ise; "Tabii ki Tanrı beni affedecektir, bu onun işi." der?

Ve bir şiiri de şu şekildedir:

"Durmaksızın sorarız,
ta ki bir avuç toprak
ağzımızı kapatana kadar
peki ama bu mudur yanıt?"

Heine´nin Loreley (Lorelei) adlı şiiri şarkılar, çeviriler sayesinde dilden dile aktarılır ve bu sayede büyük bir ün kazanır.

Loreley aslında Alman dağ köylerinde çobanların uzak mesafelerden birbirine seslenme biçimidir ve gırtlaktan çıkan kendine özgü bir tonu vardır.

(Loreley; Birinci Dünya Savaşı öncesinde Balkanlar´da çıkan isyanlar sırasında Yunan isyancıların Selanik´e dayanmaları sonucu, Selanik´te sürgünde bulunan devrik Padişah İkinci Abdülhamid´in bindirilerek apar topar İstanbul´a getirildiği Alman gemisinin adıdır aynı zamanda.)

Mekân olarak Loreley bir dünya mirası olarak kabul edilen Yukarı Orta Ren Vadisinde (Welterbe Oberes Mittelrheintal) yer alan (Loreley vadisi) Tal der Loreley yaklaşık 132 m yüksekliğinde dik eğimli kayalıklardır. Loreley Rhein nehrinin en darlaştığı kısımda bulunur.

Loreley´de Rhein nehri 25 m derinliğe ve 113 m genişliğe sahiptir. Bu darlığı ve derinliği nedeniyle, bugün bile nehrin en tehlikeli noktası sayılmaktadır. Halen bu bölgede karşılıklı gelen gemilerin olası kazalarını önlemek için bütün bölgede Wahrschau olarak adlandırılan ışık sinyali sistemi vasıtasıyla Ren gemilerine yol gösterilir.

Loreley ortaçağda tehlikeli oyukları yanı sıra, Rhein´in en tehlikeli noktası olması ve burada gemicilerin ve ormancıların yaşadığı pek çok trajediler nedeniyle ünlenir.

1801 yılında, Şair Clemens Brentano´nun Loreley adlı romantik Balat´ı yayınlanır. Bu Balat´ta, Bacharach bölgesinden, sevgilisi tarafından aldatıldığı için canına kıymak isteyen çok güzel bir kadın vardır. Piskopos, kadının güzelliği ve zarafetine hayran kalır ve onu manastıra gönderir. Yolculuk sırasında kadın, sevgilisinin sarayına son bir kez dönüp bakmak için kayalıklarda durur. Bu şekilde sevgilisinin de kendisinden uzaklaştığını gördüğüne inanan kadın, çaresizlik içinde kendini Rhein nehrinin dalgalarına atar. Rhein hikâyelerinde, Brentano konuyu mutsuz Bayan Lurley´in kayalıklara oturup, uzun sarı saçlarını taraması ve gemicileri felaketlere sürüklemesi olarak değiştirir.

Bundan sonra da Loreley Alman efsanesinin sarı uzun saçlı bir kadın kahramanı olarak anılır?

Efsaneye göre Loreley Almanya´da Rhein nehri kıyısında yaşadığına inanılan su perilerinin en güzelidir. Loreley bir balıkçıya âşık olmuş ama balıkçı onu aldatmış, o da denizcilerden öç almak için Rhein nehrine bakan yüksek kayalıklarda oturmuş ve altın rengi saçlarını tararken şarkılar söylemiş. Loreley´ın büyüsüne kendini kaptıran gemiciler, gözlerini ve kulaklarını ondan alamazlarmış ve biraz daha yaklaşırlarmış kayalara... Ve Loreley´ın büyüsü denizcilere Rhein nehrinin o bölgesinin ne kadar tehlikeli olduğunu unutturur ve gemileri kayalıklara çarpıp parçalanırmış ve ölüme götürürmüş denizcileri... (Metnin sonunda Loreley´in efsane fotoğrafları verdim. Yine metnin sonunda şarkının bağlantısını verdim...Görselleri izlerseniz Rhein Nehrinde gezinti yapmış, Loreley´e de gitmiş gibi olursunuz)

Loreley´in tam karşısında yer alan St. Goar şehri de bu şekilde hasarlı gemileri kurtarma ve bakımını yapmada ünlenir ve bu nedenle de kutsal Goar olarak adlandırılır.

Fırsat bulur da Almanya´ya giderseniz mutlaka Rhein nehri üzerinde bir tekne gezintisi yapınız. Gezi tekneniz Rhein nehri üzerinde bu bölgeye geldiğinde rehberiniz size bu hikâyeyi anlatacaktır. Bu esnada fona hüzünlü bir müzik çalacaktır... Ve tekneniz bu esnada bu bölgeden oldukça yavaş geçecektir. Bu yavaş geçişten maksat Loreley´i anmak ve sizin fotoğraf çekmenizi sağlamaktan ziyade Rhein nehrinin bu en dar ve kayalık kısımdan dikkatlice geçerek daha önceki gemiciler gibi kayalara çarpmamaktır...

İşte bu hikâye üzerine yazar Heinrich Heine ?´Loreley´´ isimli şiirini? Şiirin önce Türkçesi sonra da orijinal Almancasını vermeden önce Heinich Heine´nin bir sözüne ve bir şiirine yer vereyim istiyorum:

1821 yılında kitaplarından biri  Almanya´da yakılınca Heinrich Heine tarihte defalarca kanıtlanmış ve kanıtlanacak şu sözünü söyler:  "Eğer bir yerde kitapları yakıyorlarsa, orada eninde sonunda insanları da yakacaklardır."

Hani Heinrich Heine´nin eserleri Alman otoriteleri tarafından her dikta rejiminde olduğu gibi yasaklandığında kendisi de her şair gibi Almanya için kaygılanıp yazdığı şiiri yazının başında vermiştim ya... 

Ben de bu şiiri ülkemin şairi, yazarı, aydını ve ülkesini düşünen ve ülkesi için kaygılanan her kes için  şöyle güncelliyorum:

"Denk ich an die Türkei in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"

Loreley

Bilmiyorum ne manası var 
bu kadar üzülmemin
eski zamanlardan bir masal
çıkmıyor aklımdan

Hava serin ve karanlık
ve sessizce akıyor ren nehri;
dağin zirvesi parıldıyor
akşam güneşinin ışığında. 

En güzel bakire oturuyor
iste orada harika;
altın kolyesi yıldırım gibi pırıldamakta,
altın saclarını tarıyor.

Saçını altın bir tarakla tarıyor o
ve bir şarkı söylüyor bunun yanında;
olağanüstü, güçlü
bir melodisi var şarkının.

Küçük gemideki gemici
yabani bir acıyla kavrıyor bu müziği;
kayalıklara değil
yalnızca yukarı yükseklere doğru bakıyor.

Sanırım, dalgalar yutuyor
sonunda gemici ve gemiciği;
ve bunu o şarkısıyla
Loreley yaptı.