Osman Aydoğan


Hani yaylam hani senin ezelin


Kış kapıyı usul usul, çekingen çekingen, mahçup mahçup çaldığında, Celâlâbâd´ın tam da üzerinde kuzeyden sanki ona kol kanat germişçesine, o muhteşem azameti, o büyük görkemi ve heybeti ile duran Hindukuş Dağlarının zirvesindeki karlar her gün azar azar, yavaş yavaş aşağılara indiğinde, sonra da daha yüksek tepelere karlar nazlı nazlı yağdığında, beyaz beyaz yağdığında, ince ince yağdığında zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Günün ilk ışıkları ile kızıllaşan, tarifi bir mümkünsüz renklere bürünen yaprakları, bir sevgilinin saçlarını okşarcasına dallarda okşadığında usul usul, ılgıt ılgıt esen seher yelleri ve sabah ayazları buralarda cennetten gelen bir rüzgâr gibi serin serin vurduğunda yüzüme, dalların arasından soluk soluk baktığında güz güneşi, benim için altından daha kıymetli altın sarısı yapraklar iplik iplik dokunmuş nadide bir halı gibi serildiğinde yerlere, dalların arasından yaprakların sonsuz bir huzur veren sesi geldiğinde hışır hışır, dallarla, yapraklarla bir, haşır haşır yaprak sesleri arasında zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Hızını artırdığında, uğultuları geldiğinde rüzgârın kayaların arasından, tepelerin üstünden, vadilerin arasından, bayırların yüzünden, yamaçların kıyısından, o beyaz beyaz bulutlar çekip çekip gittiklerinde evlerine, yerine Hindukuş dağlarının üzerinden koyu koyu, kara kara, gri gri, pare pare, kül rengi bulutlar geldiğinde zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Hani yaylam hani senin ezelin Güz gelende döker bağlar gazelin Yaylam senin hiç gelmez mi güzelin Hani yaylam hani senin ezelin Yavaş yavaş pastel bir renk aldığında uzaklar, sararan yapraklar, kuruyan otlar, vadiler yamaçlar, dağlar, tepeler, bayırlar, düzler; sarı, kahverengi, kırmızı soluk renkleriyle ağaçlar yarı çıplak kalan dalları ile göklere baktığında ellerini kaldırmış Tanrı´ya dua eden bir insanmışçasına; zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Börtü böcek yaz konserlerini kestiğinde, kuşların cıvıltıları sustuğunda, yaz otları da sararıp solduğunda, bir ürkek, bir mahzun, bir hazin sessizliğe büründüğünde doğa; bir annenin çocuğunun üstünü usul usul örtercesine, geceler üstünü örttüğünde ovaların, vadilerin, yamaçların, tepelerin, dağların; daha erken olduğunda akşamlar, her gün daha bir çığlık çığlığa, daha bir bağıra bağıra battığında güneş dağların ardından, alev alev yandığında dağlar güneş batarken, korsuz, külsüz, dumansız; perde perde indiğinde karanlıklar, usul usul bastığında geceler zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Celâlâbâd´da artık yaz gelip geçtiğinde, Hindukuş dağlarına doğru olan o yeşil görüntü o ışıltılı yeşillik birdenbire kaybolduğunda, otların boynu bükülüp, sonra da sararıp solduğunda, oluşan seraplarda otlar bir deniz gibi dalgalanıp, bir bayrak gibi sallandığında, sürüngenler, gelincikler ve o sararan otlar öğleden sonraları oluşan toz fırtınaları ile birbirlerine karıştığında, toprak özlemle gökyüzüne baktığında, nadir zamanlarda gelen bulutlar ise yeryüzüne hep hasret geçtiğinde, nadiren zaman zaman esen rüzgâr sanki bir fırından çıkmışçasına alev alev yüzümü yaladığında zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü? Yaz olanda yayla yayla otlanır Arap atlar topuğundan etlenir O yaylada koyun kuzu beslenir Hani yaylam hani senin ezelin Günlerdir yağan kardan sona her yer uçsuz, bucaksız ve sonsuz bir beyazlık içinde göründüğünde, hele hele o uzaklardaki Hindukuş dağlarının o görkemi, o bembeyazlığı karşısında bir kar gibi eridiğimde, onlara karışıp yok olduğumda zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu işte bu türkü?