Osman Aydoğan


Han Duvarları

Haftaya şiirle başlamış, Dünya klasiklerinden üç örnek sunmuştum…


Han Duvarları

Haftaya şiirle başlamış, Dünya klasiklerinden üç örnek sunmuştum… Bugün de bizden bir klasik olan, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Türk edebiyatının kilometre taşlarından birisi olan ‘’Han Duvarları’’ isimli şiirini sunmak istiyorum…

Faruk Nafiz ve Şükûfe Nihal

Faruk Nafiz ‘’Han Duvarları’’ isimli şiirini, umutsuz aşkı Şükûfe Nihal’den ayrılmak için 1922 yılında Kayseri Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayinini isteyip atama gerçekleştiğinde Kayseri'ye giderken yazar. Bu konuyu bu sitede (Şehriyar) Şükûfe Nihal’i anlattığım ‘’Yalnız, gönlümde bir acı var, adını bulamadım…’’  isimli yazımda daha detaylı olarak anlatmıştım…

Ulukışla’dan Kayseri’ye yolculuk

Faruk Nafiz önce trenle Ulukışla’ya gelir. Buradan da at arabasıyla Kayseri’ye geçer. Ve ‘’Han Duvarları’’ şiiri işte buradan, Ulukışla’dan başlar. Ve şiir Faruk Nafiz Çamlıbel’in Ulukışla’dan Kayseri’ye at arabası ile yaptığı üç günlük yolculuğu anlatır. Şiiri bu kadar etkileyici kılan şairin şiirde kullandığı kelimeler ve duygudur. Şiir için edebiyatçılar; ‘’duygudan yoksun olmayan düşünce ve düşünceden yoksun olmayan duygu’’ derlerdi. İşte bu tanım tam da bu şiir için geçerlidir. Türk edebiyatının kilometre taşlarından birisi olan ‘’Han Duvarları’’ şiiri, aslında şiirin yolculuğa bürünmüş halidir.

Yeşilhisar

Yolculuk üç gün sürer ama şiirde birkaç mevsim birden anlatılır... Aylardan marttır. Ulukışla ve Niğde, Araplıbeli'ne kadar bu ay hala kış ayı gibidir, soğuk ve karlıdır... Şiirde de belirtildiği gibi Niğde'den Kayseri'ye giderken Araplıbeli geçildi mi Yeşilhisar ovası gelir. İşte bu ayda da Yeşilhisar ovası uçsuz bucaksız yeşillikleri ve çiçekleriyle bahar mevsimindedir. Bu mevsimler şiirde net olarak -Yeşilhisar'ın ismi zikredilmeden -  anlatılır. Ve şiirde ovası, uçsuz bucaksız yeşillikleri ve çiçekleriyle bahar mevsiminde olan Yeşilhisar da çocukluğumdan beridir benim hasretim olan memleketimdir…

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış

Şiirin içinde parça parça Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hüzünlü hikâyesi de koşma şeklinde anlatılır. Şiire adını veren de ''Han Duvarları''ndaki bu yazılardır. Aslında iki şiir iç içedir. Biri koşma diğeri modern şiir türünde yazılan iki şiir bir şiirde buluşur. ‘’Han Duvarları'’ şiirinin en önemli özelliği de budur. İstanbul ile Anadolu’yu birleştirir, aydın ile halkı kaynaştırır.  Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış diye bir halk şairinin gerçekten var olup olmadığı, ona atfedilen dizelerin Faruk Nafiz tarafından mı yazıldığı veya monte edildiği tam olarak bilinmemektedir. Şiirin akışına göre Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ile Faruk Nafiz mart aylarında ve bir yıl arayla arka arkaya bu hanlarda konaklayarak seyahat etmişlerdir. 

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikâyesi hüzünlüdür, gamlıdır, kederlidir. Ve bu hikâyede tam olarak da Anadolu'nun o zamanki insanının hikâyesi anlatılır... Şiirde savaşların ne kadar gaddar, ne kadar vahşi, ne kadar kötü olduğu Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın şahsında anlatılır. Türküler, ağıtlar, feryâdlar, figânlar boşuna yakılmamıştır. 

Faruk Nafiz'in bu yolculukta konakladığı ilk han Ulukışla'daki Öküz Mehmet Paşa Hanı'dır. (Şimdiki adı Kervansarayı'dır.) Bu handan şiirde bahsedilmez. Faruk Nafiz'in konakladığı ikinci han Niğde'deki handır. Faruk Nafiz, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın bu han duvarına yazdığı koşmayı 1921 yılına tarihlendiğini bilir.  Çünkü şiirinde şöyle diyordu Faruk Nafiz: ''Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... '' Bu şu demektir: koşmanın yazıldığı tarih 08 Mart 1337'dir. Yani miladi takvime göre 08 Mart 1921'dir. "10 yıldır ayrıyım Kınadağı'ndan" diye başlayan mısra ile Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ın 1911'den beri evine dönemediğini anlar. Bunun nedeni ise savaşlardır; Balkan Savaşı’dır, Çanakkale Savaşı’dır, 1. Dünya Savaşı’dır, Kurtuluş Savaşı’dır... Aslında Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, savaştan savaşa koşan Anadolu insanının sembolüdür. Maraşlı Şeyhoğlu Satımış’ın en büyük derdi, en büyük acısı ayrılıktır, evden, aileden, sevgiliden ayrı kalmaktır, rüzgârın önüne katılmış kuru bir yaprak misali huduttan hududa sürüklenmektir. 

‘’Han Duvarları’’ şiiri Ulukışla’dan Kayseri’ye doğru iklimi ve coğrafyayı anlatırken Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri ise tarihi ve bütün bir hayatı anlatır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizelerinde hüzün vardır, ayrılık vardır, gurbet vardır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri Faruk Nafiz’in yolculuğunun Kayseri'den önce son durağı olan İncesu’daki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı handa son bulur.

Faruk Nafiz şiirinde bu dizelere başlamadan şöyle der:

''Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken 
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; 
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.'' 

Şiirde ayrıca geçecek ama ben bu koşmanın tamamına burada yer vermek istiyorum:

On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan    
Baba ocağından yar kucağından    
Bir çiçek dermeden sevgi bağından    
Huduttan hududa atılmışım ben  

Faruk Nafiz'in konakladığı üçüncü han Niğde'den sonraki Araplıbeli'ndeki handır. Bu handaki duvarda da şu dizeleri okur:

Gönlümü çekse de yârin hayali    
Aşmaya kudretim yetmez cibali    
Yolcuyum bir kuru yaprak misali    
Rüzgârın önüne katılmışım ben

Faruk Nafiz, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ın Araplıbeli'nden sonraki İncesu’daki handa duvarda son dizelerini görünce bu son dizelere yer vermeden önce şiirinde söyle ifade eder: ‘’Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!’’ (Küçük bir bilgi: İncesu'daki bu han Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın yaptırdığı handır.)

Garibim namıma Kerem diyorlar    
Aslı'mı el almış haram diyorlar    
Hastayım derdime verem diyorlar    
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben

Faruk Nafiz bu dizelerden sonra şiirine şöyle devam eder:

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:    
      "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!" 

Anlıyoruz ki; on yıldır baba ocağından, yar kucağından ayrı kalmış, gönlü çekse de yârin hayali aşmaya kudreti yetmemiş cibali (dağları), bir çiçek dermeden sevgi bağından, rüzgârın önüne katılmış bir kuru yaprak misali huduttan hududa atılmış, gidemediği memleketinde Aslı'sını da eller almış ve bu nedenle kendisine Kerem, derdine de verem denilen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, terhisinden sonra memleketi Maraş’a ulaşamadan Hakk’ın rahmetine kavuşmuş... İşte Maraşlının bu hikâyesi, bu derdi, bu sıla hasreti ve bu çaresizliği insanın yüreğini dağlar, burnunun direğini sızlatır, ruhunu incitir…

Ve ben Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ın kaderine yandım...