Osman Aydoğan


Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor (2)


Elma ve armut ağaçları daha sonraları çiçek açardı, bu ağaçların çiçekleri de henüz yeni çıkmış açık yeşil yaprakları arasında daha başka bir güzel görünürdü? Bu ağaçların dalları arasında bir guguk kuşu gibi daldan dala konarken görürdüm kendimi? Yaz başlangıcından önce çalı ve iğde ağaçları çiçek açardı? Griden beyaza yakın yaprakları olurdu çalı ve iğdelerin, küçücük sapsarı çiçekleri ve o muhteşem kokusu ile harikulade bir manzara oluştururlardı? İğde ve çalı ağaçlarının o muhteşem kokusu ve görüntüsü içinde iğde ve çalı dalları arasında bir çalı kuşu gibi uçarken görürdüm kendimi. Bazı geceler ceviz ağaçlarının Nisan ayında açan o ana baba kokusunu salan taze yaprakları arasında, zaman zaman zambak ve susam çiçekleri arasında, zaman zaman da ekin tarlaları içindeki gelincikler arasında görürdüm kendimi. Bazen sarı sarı sapsarı ekin tarlaları içinde, olgunlaşmış, bükülmüş eğilmiş başaklar arasında bir tarla kuşu gibi uçarken görürdüm kendimi. Bazen de ilkokulda okul sırasında ders dinlerken bulurdum kendimi. Okul arkadaşlarımı bir bir, isim isim, numara numara hatırlardım. Geceleri kâbuslar içinde, sanrılar içinde ateşli de geçse, bu gecelerin sabahı daha bir huzurla uyanırdım. Pek şikâyetçi de değildim bu gecelerden. Bu sefer akşamları bekler olmuştum, akşam olmasını, karanlıkların usul usul, perde perde inmesini, gecenin olmasını, rüyamda çocukluğuma gitmeyi ve o kuşlar gibi tekrar tekrar uçmayı hep bekler olmuştum? Artık yaralarım henüz tam iyileşmese de hastanede kalmaktan yeterince bir keyif almıştım. Hastanedeyken bir tür sükûnet elde etmiş, kendimi kendime ve soyut şeylere daha bir yakın hissetmiştim. Kafamı yastığa koyup gözlerimi kapayarak kendimi dünyadan soyutladığımda, anlattığım gibi, ince bir yeşil tüle bürünmüş olan sakin vadilerin, bahçelerin, tarlaların ve tepelerin üzerinde hep bir kuş gibi uçarken görmüştüm kendimi... Ayrıca hiç kaybetmemişimcesine sevdiklerimin yanımda olduğunu, onlara seslenip, onlarla konuştuğumu görmüştüm. Sabahları uyandığımda da sanki kendimi de bir kuş gibi hafif hissetmiştim. Hatırladıkça çocukluğumu Edip Cansever´in 1982´de yazdığı ?´Bezik Oynayan Kadınlar´´ (Ada Yayınları, 1982) kitabının "Manastırlı Hilmi Bey´e İkinci Mektup" adlı şiirinde geçen şu dizelerine de hak vermiştim: "Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor..." (Benzer bir ifade de Murathan Mungan´ın ´´Eskidendi, çok eskiden´´ isimli şiirinde de geçerdi: ´´Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden´´) Bu hastane ve bu yaralı halim bana hep Şehriyar´ı ve O´nun hayatıma anlam katan şu sözünü hatırlatmıştı: ??Acılar ruhu olgunlaştırır. Düşüşler en az çıkışlar kadar hayata bir tad katar, ancak bunun dengede olması gerekir. Çalışma, mücadele ve belalar olmasaydı bizler de var olmazdık ve yaşam duygusuz, anlamsız ve bunaltıcı olurdu.´´ Ve en çok da şu sözü söylerdi Şehriyar: ?´İnsan ancak gecenin yolunu izleyerek şafağa varabilir.´´