Osman Aydoğan


Fatih Sultan Mehmet (2)

Bugün İstanbul'un fethinin 567. yıldönümü...


Bugün İstanbul'un fethinin 567. yıldönümü...

İstanbul'un fethinin 567. yıldönümü nedeniyle Fatih Sultan Mehmet'i anmak maksadıyla yazdığım dünkü yazımda Fatih Sultan Mehmet hakkında kısaca bahsetmiştim…

Fatih’e tekrar geri dönmek üzere şimdi de gelelim Fatih’ten sonraki Osmanlının diğer zamanlarının bazı özelliklerine ve uygulamalarına…

Fatih’ten sonraki Osmanlı İmparatorluğu

Konu uzun ama ben madde madde kısaca özetlemek istiyorum Fatih’ten sonra Osmanlı İmparatorluğunun özelliklerini:

İslam’ın beş şartından biri değil midir hacca gitmek? Ancak hiçbir Osmanlı padişahı hacca gitmemiştir. 

Hemen hemen bütün Osmanlı padişahlarının anneleri yabancıdır...

Barbaros, Mimar Sinan, Sokullu kimlerdi biliyor musunuz? Bütün tarihçilerce Osmanlının en büyük veziri kabul edilen Sokullu 21 yaşında bir Sırp kilisesinde org çalarken devşirildiğini bilir miydiniz? Varlığını Türk toplumunun dizilerden haberdar olduğu Pargalı İbrahim Paşa, Mustafa Celaleddin Paşa, 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’yı temsil eden üç kişiden biri olan Mehmet Ali Paşalar kimlerdi biliyor musunuz? İbrahim Müteferrika’yı, Humbaracı Osman Ahmet Paşa'yı, 1729’da Osmanlı’da ilk modern itfaiye birliğini kuran Ahmet Paşa’yı tanıyor musunuz?

Türkçülük hareketinin öncüsü, ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanında İstanbul vekili ve bu meclisin başkanı, maarif nazırlığı ve sadrazamlık  görevini yapan, devlet adamlığının yanı sıra aynı zamanda 16 dil bilen bir bilim adamı Ahmet Vefik Paşa'yı biliyor musunuz?...

Neyse uzatmayayım Osmanlı’da görev yapan toplam 218 sadrazamın sadece 101’i Türk kökenli olup, geri kalan 117’si farklı etnik kökenlerden gelmektedir. Bu 117 sadrazamın etnik kökenlerine bakıldığında ise, 32’sinin Arnavut, 12’sinin Boşnak, 11’inin Gürcü, 9’unun Abaza, 6’sının Rum, 4’ünün Çerkez, 4’ünün Hırvat, 2’sinin Arap, 2’sinin Ermeni, 2’sinin İtalyan, 2’sinin Slav, 1’inin Rus, 1’inin Bulgar, 1’inin Sırp, 1’inin de Çeçen olduğu ve geri kalan 27 sadrazamın etnik kökeni tam olarak bilinmediğini…  

Bunlar sadrazam… Daha sadrazama gelinceye kadar devlet kademesinde bütün üst düzey makam sahiplerinin neredeyse tamamına yakınının etnik kökeni sadrazamlarınki gibi Türk dışında farklı etnik kökenlerden geliyordu..

Yine bilir miydiniz Osmanlı padişahlarının hiçbirisinin ismi halifelerin isminden değildir... Ne Ömer, ne Ebu Bekir, ne Ali ne de Osman ismini vermişlerdir padişahlara… (Beyliğin kurucusu hariç, ona da Osman değil Ottoman derlerdi)  Peygamber Hz. Muhammed’i de Mehmet yapmışlardır. Hiçbir mezhebin sembol isimlerini almamıştır Osmanlı padişahları. Neden dersiniz, neden?

Araplar Anadolu’ya “El Turkiya’’, Haçlılar da ‘’Turchia’’ (Türkiya) derlerdi. El âlem Anadolu’ya ‘’Türk’’ ismini verirken Osmanlılar kendi memleketine “Roma memleketi” anlamına gelen “Diyar-ı Rum”,  Padişaha da ‘’Sultan-ı Diyar-ı Rum” adını vermişlerdir.

Fransa’da “Bourbon’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Fransa’’, Almanya’da “Hohenzollern’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Almanya’’,  Avusturya’da ‘’Habsburg’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Avusturya’’ adını veriyor. Hemen hemen tüm Avrupa devletler böyle kuruluyor… Ama nedense Oğuz Türklerinin Kayı boyundan gelen öz be öz Türk olan Osmanlı ailesi devlet kuruyor adı ‘’Osmanlı’’ oluyor… Neden dersiniz, neden, neden?

İlkyazımda da bahsetmiştim; Osmanlının Anadolu’da döktüğü Türk kanı Balkanlardaki döktüğü Slav kanından misliyle fazladır.

Anadolu Türkmenleri Osmanlı için ''Etrak-ı bi idrak'' (Düşüncesiz, akılsız Türkler)'dir… Naima Mustafa Efendi, ‘’Naima Tarihi’’nde (Zuhuri Danışman Yayınevi, 1967) Anadolu Türklerini bundan başka şu sıfatlarla nitelendirir: “Nadan Türk” (Cahil, kaba Türk), “Türk-ü bed-lika” (Çirkin suratlı Türk), “Etrak-ı nâ-pak” (pis Türkler), “Çoban köpeği şeklinde bir Türk”, “Hilekâr Türk”. Hırvat kökenli olan Kuyucu Murat Paşa Anadolu’da 155 bin Anadolu insanını kıyımdan geçirirken “aman” dileyenlere karşı “Vurun şu pis Türkün başını” dediği söylenir… Bu konuları Çetin Yetkin üç ciltlik kitabında (“Türk Direniş ve Devrimleri”, Otopsi Yayınları, 2003) çok güzel anlatır…

Ama bu yapılanlar Anadolu kültüründe karşılıksız kalmaz… Anadolu’da Osmanlıya karşı söylenen anonim bir deyiştir:

“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı”

Bu deyiş Taner Timur’un, “Osmanlı Toplumsal Düzeni” (Turhan Kitabevi, 1979) kitabında ve Erol Toy'un iki ciltlik "Kuzgunlar ve Leşler" (Ulak Yayıncılık, 2017) romanının giriş kısmında geçer…

(Yüzyılların kahrı dolu bu deyişi Çağatay / Azerî ağzıyla söylenmiştir. ‘’Ekende yok, biçende yok’’  kısmında geçen ‘’de’’ ek / bağlaç olarak değil, bir ağız yazımı şeklinde yazılmıştır. Yani ‘’ekende yok’’: ‘’ekerken yok’’ anlamındadır…)

Osmanlı’nın anayurdu da Anadolu değil, Balkanlardır. Bu nedenle Osmanlı’nın bütün yatırımları Balkanlara yapılmıştır. Osmanlının Anadolu’da (Bursa hariç, o da beylik zamanında ve başkenti olduğu için ve Amasya ve Manisa gibi şehzadelerin yetiştiği illerdeki küçük eserler hariç) dikili bir tek ağacı bile yoktur dense yeridir... Osmanlı’ya ait Anadolu’da ne bir han, ne bir hamam, ne bir cami, ne bir medrese ne bir yol, ne bir köprü hiçbir şey yoktur. Mimar Sinan’ın İstanbul’a gelmeden yaptığı birkaç cılız birkaç köprü, Zağnos Paşa'nın ilk yazımda bahsettiğim Balıkesir'deki camisi ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Kayseri İncesu’daki bir han hariç hiçbir eser bulamazsınız Anadolu’da Osmanlıya ait…

Anlattığım gibi Osmanlı hiçbir zaman kendisini bir Türk İmparatorluğu olarak görmemiştir… Bu anlamda aslında Osmanlı; Müslüman ve Ortodoks, Türk, Arap, Slav ve Rum ortak devletidir... Ancak bu konu pek konuşulmaz...

Osmanlının bütün bu politikalarının, bütün bu özelliklerin nedeni aslında çok basittir… Bu üç kıtaya hükmetmek ve bu üç kıtada Roma İmparatorluğu gibi Cihanşümul bir imparatorluk kurmak isteyen Osmanlı, Balkanlar gibi çok mezhepli ve çok etnikli, Ortadoğu gibi çok dinli ve çok mezhepli bu coğrafyada, devleti bir ırkın üstünlüğüne, bir dine ve bir mezhebe dayandıramazdı… Zaten Osmanlı çağdaşı bütün imparatorluklar bu şekilde çokuluslu, çok dinli idi… Osmanlı bugünkü Amerika gibi her dini, her etnik ve folklorik grubu bir potada eritip Osmanlılık diye bir kavram yaratmış ve bu sayede üç kıtada altı yüzyıl hüküm sürmüştür.

Yine dönelim Fatih’e…

Her ne kadar bizler Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu olarak Osman Bey’i bilirsek de bu doğru değildir. Osman Bey, Osmanlı Beyliğinin kurucusudur. Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu ise Fatih Sultan Mehmet’tir. Osmanlı İmparatorluğunu kurumsallaştıran o’dur… Yukarıda yazdığım bütün bu Osmanlı politikalarının kurgusunu imparatorluğun kurucusu Fatih Sultan Mehmet yapmıştır…

Fatih hakkında yazmadığım bir konu var: Gedik Ahmet Paşa'nın Çizme’nin ucuna çıkarma yapması ve seferde iken Gebze'de vefat eden Fatih'in sefer hedefi ve zehirlenerek öldürüldüğü konusu... Gedik Ahmet Paşa’nın Çizme'nin ucuna çıkarma yapması hariç, Fatih'in zehirlenerek öldürüldüğü konusu rivayet, sefer hedefi konusu meçhul olduğu için bu konuyu ihmal ettim…

Fatih’in bu son seferinin hedefinin de Roma olduğu rivayet edilir… Eğer Fatih’in hedefi Roma ise… Fatih bu seferinin amacı ve maksadı üzerinde iyi düşünülmelidir diye değerlendiriyorum… Yoksa Fatih bu seferi ile tekrar Doğu ve Batı Roma’yı birleştirmek için mi yapmıştır? Kendisi de gerçek anlamda bir Sezar olmak mı istemiştir. Zaten Fatih’in unvanı da “Kayser-i Rum” yani “Romalı Kayser (Sezar)'' yani ‘’Romalı İmparator’’ değil miydi? Yoksa Fatih’in ve ondan sonrakilerin anlattığım tüm bu politikaları bu amaca mı dönüktü? Prof. Dr. İlber Ortaylı Fatih için ‘’Hedeflerinin hepsini ardındaki toplum anlamış değildir zaten, açıkça da ortaya koymamıştı’’ diye yazar…

Türk dünyasının devletinin geleceğini büyük bir vizyonla tasarlayan ve kurumlaştıran ancak kendi toplumu tarafından anlaşılmayan iki dâhi devlet adamı vardı: Birisi işte anlattığım Fatih Sultan Mehmet bir diğeri ise Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Dünkü yazımda Fatih’in ‘’Avni’’ maslahını kullanarak şiirler yazdığından bahsetmiştim. Bu divandan bir beytini örnek olarak vererek yazımı bitireyim: (‘’Fatih Divanı ve Şerhi’’, Yelkenli Kitabevi, 2009)

''Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval 
Mâlik olan Avniyâ bir gence gencûr istemez''

(Ey Avnî! Aşk, yok olmayan gerçek bir hazinedir. Ona sahip olan kişi, dünyada nice kıymetli hazinelere sahip bir hazinedar olmayı istemez.)

Yarın İstanbul'un fethinin 567. yıldönümü... Ancak günümüzde Osmanlıcılık oynayarak tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyarak öğrenmeye çalışanların böylesi bir hükümdârı, Fatih Sultan Mehmet'i ve onun kurduğu böylesi bir imparatorluğu anlamalarını ve hakkıyla anmalarını beklemek beyhude bir hâyâl olur...

Osmanlının neredeyse bütün sadrazamları ve devlet adamlarının neredeyse tamamı yabancı farklı etnik kökene sahip iken günümüzde Osmanlıcılık oyununu oynayanlar, vazgeçtim Türk’ü, Müslümanı, aynı mezhebi, kendi partisinden olmayanlara bu ülkede, bu topraklarda hayat hakkı tanımamaktadırlar… Günümüzde Osmanlıcılık oyununu oynayanların kendilerinden olmayanlara besledikleri kinin ve nefretin haddi hesabı yoktur. Baksanıza TV'lere, komşularını nasıl katledecekler onun hesabını yapıyorlar... Bunlar kiiiim, Fatih’i anlamak kim?… Bunlar kiiiiim Osmanlıya öykünmek kim?

Ancak bunları fazla düşünmeyelim...  Bunlar onların sorunu... Ama biz, gelin dün de verdiğim gibi Asaf Hâled Çelebi’nin Mârâ isimli şirinin girişinde söylediği gibi yapalım:

’’Bilmemek bilmekten iyidir. Düşünmeden yaşayalım Mârâ.’’

Fatih’i anlatmaya devam edeceğim…