Osman Aydoğan


Eğreti Burjuvalar (2)


Çoğunluk Almanya ve Avusturya´da ama Avrupa´nın hemen her ülkesinde bizzat yaşayarak gördüm, bazıları ile de tanıştım bu aristokratları ve burjuvaları. Kimisi konttu, kimisi düktü, kimisi prensti? Hepsinin de sarayları, şatoları, kaleleri vardı ve bu saraylarda, şatolarda, kalelerde ne vardı biliyor musunuz? Kütüphaneler, sanat eseri koleksiyonları, kimisi edebiyata, felsefeye, müziğe hami olmuş, edebiyatçıları filozofları, müzisyenleri korumuşlar, sübvanse etmişler, kimisi bilim adamlarına hami olmuşlar, onları desteklemişler, toplumsal yaşayışı, sosyal ilişkileri onlar geliştirmişler. Saymakla bitmez. Bizde karşılığı var mıydı aristokrasinin? Hayır... Bizde karşılığı var mıydı burjuvazinin? Yine hayır... Peki bizde karşılığı ne idi aristokrasinin ve burjuvazinin? Ağa mı, bey mi, han, eşraf mı, şeyh mi, şıh mı? Yukarıda anlattığım gibi Batı tipi aristokrasi ve burjuva anlamında bunların hangilerinin kütüphanesi vardı, hangilerinin edebiyatçısı, filozofu, sanatçısı, müzisyeni, ressamı, bilim adamı vardı? Hangi toplumsal yaşayışı, hangi sosyal ilişkileri geliştirmişlerdi? Koskocaman bir ´´yoktu´´ cevabıdır sonuç! Geçmiş neyse de günümüze bakalım! Türkiye kadersiz bir ülkedir çünkü bizde sorun günümüzdeki Koç gibi, Sabancı gibi ağaların (burjuvazinin) sayısının birer birer olmasıdır. Keşke ülkede onlarca Koç ve onlarca Sabancı olsaydı! Keşke ülkede onlarca Koç ve onlarca Sabancı olsaydı günümüzde yaşadığımız ve şikâyet ettiğimiz sorunların da hiçbiri olmazdı. İngiliz devlet adamı Cecile Rhodes bu iddiamı desteklercesine şöyle derdi: ?´İmparatorluk? Ekmek peynir meselesidir. Eğer iç savaşı önlemek istiyorsanız, emperyalist olmak zorundasınız.´´ Bu ülkede onlarca Koç ve onlarca Sabancı olsaydı bunların anti tezi olarak sağlıklı bir sosyal politika da gelişirdi. Bakın işte bizde olmayan bir kavram daha ortaya çıktı; ?´sosyal politika´´. O da ne ola ki? Genel evrensel diyalektik gerçektir; tez, antitez, sentez. Bizde tez olamayınca, antitez de olmuyor, sentez de? Anti madde üzerinde çalışacaksanız önce maddenizin olması lazım! Öyle değil mi? Şimdi gelelim esas konumuza... Konumuz: Burjuvazi.. Türkiye´deki eğreti burjuvazi... Canan Barlas´ın, "Eğreti Burjuvalar" (Merkez Kitapçılık, 2007) isimli güzel bir kitabı var. Canan Barlas kitabında günümüzdeki Türk burjuvazisinin durumunu anlatıyor, onların İnsan ilişkileri, dostlukları, yemek yemeleri, davetleri, düğün ve cenaze törenleri gibi çarpık ve karmaşık yaşam biçimlerini sergiliyor. Canan Barlas, Türk burjuvazisinin bu yaşam biçiminin, geleneklerle, dinle ve de Batı standardıyla bir ilgisinin olmadığına dikkati çekiyor. Canan Barlas kitabında diyor ki; "üçüncü kuşaktan dördüncü kuşağa geçen büyük sermaye sahiplerinin çoğu, durmuş oturmuş burjuvaların taklitleri bile değiller. Bizim burjuvalarımızın çoğu son derece eğreti ve yapaydır." Canan Barlas, kitabında şöyle devam ediyor; "Bizde büyük sermaye daha çok Anadolu´dan gelenlerin elinde birikti. Ve onlar burjuvalaşamadılar. Çünkü kendilerine özgü yaşam tarzı üretemediler. Batı taklidi yaptılar. Ve de içlerine sindiremediklerinden, bunu bile beceremediler. Burjuvalaşmak için krema oluşturmak gerekir. Bunun için bilgi, düzen, yaşam tarzı, dürüstlük, doymuşluk, yaşamışlık gerekir. Köksüz insanların bu kremayı oluşturması mümkün değildir.´´ ?Bizde ne burjuva sınıfı var ne de elit bir sosyete. Taklitçilik üzerine kurulmuş, hiçbir değer üretmeyen sermaye sınıfı var ve bunlar da demokrasiye sahip çıkmazlar.? Canan Barlas kitabı ile ilgili olarak kitabının yayınlandığı 2007 tarihinde çeşitli gazetelere verdiği bir röportajlarda özetle şunları söylüyor: ?´Hayat bizi bir kere daha tasnif ediyor. Eşyanın önündekiler ve eşyanın arkasındakiler. Yani ´değerliler´ ve ´önemliler´ tasnifi. Değer, sermaye dışı bir üst ahlak arayışı, bir var olma biçimidir. İnsan için anlamlılık ve kalıcılık önemde değil değerdedir. Önem, konuma ve imkâna göre değişir ve insanın dışındadır. Değer ise zaman, zemin, imkân ve konuma göre değişmez, o çünkü insanın içindedir. Önem insana verilir ve alınır, değeri ise insan kendi emeği ile iç dünyasında üretilir ve kalıcıdır. İnsanın iç zenginliği olan zihin ve vicdanla aranan, bulunan, ortaya çıkarılan, yaşanan ve paylaşılan bir büyük erdemdir, bir büyük oluştur değerler dünyası. İnsan değerler dünyasında bir yolculuğu çıkmak ister ama görsel iktidar ve görsel algıların ona atfettiği öneme aldanır ve yoldan çıkar. Son yirmi yılda Anadolu´daki esnaf ve zanaatkârlar sınıf atladılar, sermaye sahibi oldular, yer değiştirdiler. Fakat bu tür geçişlerde hızlı bir değer kaybı oluyor? Yerleşik sermaye sahipleri var, sonradan gelenler var. Yerleşik sermaye sahipleri birbirlerinin içindeler. Sonra Anadolu´dan gelenler oldu. İlk gelenler uzlaştığı için biriktiler. Kendilerini batıcı yaptılar. Fakat sonra gelenlerin üstünden akıyor, bu tavır, davranış ve tercihlerine yansıyor. Bizim değerlerimize sahip çıkmak yerine ortada kalmışlık var, bir onu yapıyorlar bir bunu yapıyorlar. Bunların bir mutfak kültürü dahi yoktur. Batı kültürüne yakın dururlar ama o da üzerlerinde eğretidir. Anlamadıkları halde Mozart dinlerdiler, Türk müziğini küçümsediler uzun süre. Yabancı biri geldiğinde pop dinletiyorlar. Hâlbuki halk burada daha iyisini yapıyor, daha tutarlı, daha kimlikli.´´ Kısaca diyor ki kitabında Canan Barlas; ´´Burjuvalılaşma kendini yetiştirmeyi, kendini aşmayı gerektirir. Burjuva sınıfı ancak bunu becerebilirse toplumun önünde koşar. Beceremezse ´eğreti burjuva´ olur.´´ Canan Barlas kitabında ve söyleşisinde söylemiyor ama onu da ben söyleyeyim; eğreti burjuva da değil topluma önderlik etmek, yalaka ve yandaş burjuva haline gelip topluma yük olur. Bu ülke sadece ´´aydın´´ karanlığında alev alev yanmıyor? Ülke yanarken niteliksiz ve eğreti burjuvazisi de bu yangına epey odun taşıyor? Dolaysıyla ne Cumhuriyet gelişiyor ülkede ne de demokrasi! Bir ülkenin demokrasisinin içi boş, aydını liboş, burjuvazisi de eğreti, yandaş ve bir kısmı da FETOŞ ise o ülkeden hayır gelir mi? Gelmiyor zaten!