Osman Aydoğan


DÖNÜŞ...


Daha önceki ?´Dönüş´´ yazılarında da ifade ettiğim gibi bu uzun ayrılıklarda, seyahatlerimin dışında da yolculuklarım olurdu. Hep söylediğim gibi bu uzun ayrılıklarımdaki esas yolculuğum hep içimdeki yolculuktu... Ve bu içsel yolculuklarımda yıllar öncesine gider, orada yıllar önce tanıdığım, beni ben yapan en yakın dostum, sırdaşım, arkadaşım, sanki bana en yakın akrabam Şehriyar´ı bulur ve yokluğumdaki, ayrılığımdaki bu uzuuun süreyi hep onun hatıralarıyla geçirirdim? Daha önce de anlattığım gibi o zamanlar hep Şehriyar anlatır ben de dinlerdim. Şehriyar´ın tek kişilik sınıfının o tek öğrencisiydim. Sanmayın ki kapalı bir mekânda, bir dershanede alırdım bu dersleri? Şehriyar´la beraber hep arazideydik? Nadiren geceleri bir barakada olurduk? Bazen o anlatırken, bazen da onun anlatışından sonra notlarımı alırdım? İyi ki o zaman (neredeyse kırk yıl önce) bu notlarımı almışım diye düşünüyorum. İşte bu güz aylarında o zamanki notlarımı tekrar tekrar okuyorum? Tekrar tekrar anlamaya çalışıyorum? Düzensiz olarak aldığım notlar olduğu gibi duruyor. Bu notları bir türlü temize çekip, derleyip, birleştiremedim? Tembellik işte! Yine Şehriyar´ın anlattıklarından aldığım notların bir kısmını aşağıda olduğu gibi aktarıyorum. Kimi cümlelerde onun sözlerinden anladıklarım var, kimi cümlelerde tamamen onun kendi sözleri. Aşağıda verdiğim notlarımın tarihine bakıyorum? Mevsim yine sonbaharmış? Ancak kış yine erken gelmiş, Hindikuş dağlarının zirvesine kar çoktaaan yağmış, dağların zirveleri beyaz bir örtüyle taçlanmış? Celâlâbâd´da vadideki ağaçların yaprakları sararmış solmuş, havalar iyice soğumuş, geceleri artık ocakta ateş yakar olmuşuz. Hep insan ve doğa ilişkisini anlatan Şehriyar bu sefer sorum üzerine çok farklı bir konuyu anlatmıştı? Şehriyar, anadili dışında Fransızca, İngilizce, Arapça ve Farsça bilirdi? Paris Üniversitesinde Raymond Aron´dan ders almıştı? Fransa´da geçen akademik hayatından pek bahsetmezdi. Bu sefer ben sormuştum ona? ?´Dünyayı, bölgesini, ülkesini ve insanlarını nasıl gördüğünü´´ anlatmasını istemiştim? Öyle ya, gün görmüştü, dünyayı görmüştü hem bölgeyi çok iyi biliyor hem yıllarca Avrupa´da kalmıştı hem de okuyan bir insandı, kitaplığı neredeyse bir kütüphane gibiydi, İngilizce, Fransızca, Farsça bir yığın kitabı vardı? Dolayısıyla onun görüş ve düşünceleri benim için önemliydi? Önce uzun uzun düşünmüştü Şehriyar? Bana söyleyeceklerini zihninde toparlar gibiydi? Sonra sakin sakin anlatmaya başlamıştı: ?´Öncelikle şunu belirteyim ki çağımızın yaşam standartlarını, yaşamsal paradigmaları genel boyutlarıyla; felsefe, sanat, bilim gelenekleri ve teknolojisiyle saptayan Avrupa uygarlığıdır. Batı kapitalizmi kurulmuş çarklarıyla en fakir ve geri ülkeleri yani Müslümanları, Asyalıları ve Afrikalıları kendi sistemini ayakta tutmak için hâlâ sömürmeye çalışıyor. Avrupa ve Amerika´da bu sömürü düzenine karşı çıkacak bir ideoloji Avrupa ve Amerika´nın tarihsel gelişimine aykırıdır. Onun için, bu sömürü düzenine karşı çıkacak yeni bir uygarlık yaratılmadığı takdirde korkarım ki dünyamız 21. yüzyılın başında yeni bir paylaşım savaşının eşiğine gelebilir. Yaşadığımız vahşi kapitalizmin sonucu olarak da dünyamızda artık özgürlüklerin giderek daraldığı, eleştirinin yer bulmadığı, çokuluslu şirketlerin, piyasanın totalitarizminin artık bir ideolojiye bile gerek duymadığı, dinsel hoşgörüsüzlüğün yükselişe geçtiği karanlık bir çağa doğru son sürat gidiyoruz. 20. yüzyılda iki yüz milyon insan öldüren ?Batı uygarlığı´ uygarlık adını hak etmiyor. Bu uygarlık kendi içinde uygar ancak kendi dışında barbardır. Bugünkü ?Batı uygarlığı´ çelişik öğretiler yumağıdır fakat ne yazık ki ona ?çağdaş uygarlık´ diyoruz. Bilim ve teknolojiye ?evet´, fakat Batı kültürü megalomanisine ?hayır´ demek gerekir diye düşünüyorum. Uzun süreli bir dünya egemenliğiyle gerçeğin tekelini elinde tuttuklarını sanan Batılılar kapitalizmin getirdiği maddi güçlerini sürdürmek için geleneksel insani değerlerden kopmuşlardır. Ancak ne yazık ki biz dâhil bütün dünya da onları taklit ediyor. Uygarlık tarihi dediğimiz koca insanlık tarihi baş döndürücü bir düşüştür aslında. Asıl hayvan; kötülük ve hasetten çatlayan, nazik ve riyakâr medeni insandır. Asıl orman; adaletsizlik ve şiddet, eşitsizlik ve sefalet dolu toplumsal dünya ile polis gücü ve ordularıyla devletlerdir. Toplumsal insan boğazına kadar kin, nefret, kıskançlık ve hınca batmıştır. Kin, güvensizlik ve nefretin kaynağı ilkel vahşilik değildir. Bu duygular, dünyanın yapay bahçesine hapsolmuş olan bizlere aşılanmış ve o zamandan beri hiç durmadan tomurcuk vermeye, yeşermeye ve tabiatımızdaki merhametli yüreklerimizi boğmaya devam etmektedir.´´ Birden duraklamıştı Şehriyar... Dalgın dalgın uzaklara bakmış sonra da kaldığı yerden yavaş yavaş devam etmişti...