Osman Aydoğan


DÖNÜŞ... (3)


Ve bu kısa duraklamadan sonra devam etmişti anlatmaya Şehriyar: ?´Ender istisnalar dışında kitle iletişim araçları en iyilerin, yani en güçlülerin yasal zaferinin sonucu olarak dünyanın eşitliksiz örgütlenmesini haklı göstermeye adanmış sömürgeci ve yabancılaştırıcı bir kültürü yayıyorlar. Geçmiş çarpıtılıyor ve gerçeklik konusunda ise yalan söyleniyor. Komünizme alternatif olarak tüketimi getiren, suçu; bir kahramanlık, vicdansızlığı; erdem, egoizmi; doğal gereksinim olarak yücelten bir yaşam biçimi öneriyor. Paylaşmak değil yarışmak öğretiliyor. Tanımlanan ve dayatılan dünyada insanlar otomobillerine aitler, kültür bir hap gibi tüketilir ama yaratılmaz. Gerçek ihtiyaçları gizlemek için yapay ihtiyaçlar yaratıyor. Televizyon kötü de kitaplar iyi mi? Acaba bize kendimizi küçük görmeyi ve tarihi yaratmak yerine tarihi kabul etmeyi öğreten kitaplar hiç de masum değil! Bölgede egemen kültür diye bir kültür endüstrisi yaratılarak toplum; ekonomik, politik, toplumsal, kültürel ve ahlâkî bakımdan medya-eğlence-show endüstrisinin güdümüne sokuluyor. Yaratıcı hayal gücünün neredeyse tamamen yokluğu egemen kültürün temel niteliklerinden birini oluşturuyor. Bu kültürü üreten sınıf kopyacı, vekil bir burjuvazi, söylemleri demagojiden öteye gitmiyor. Eğer burada ulusal yemek kara fasulye, üzerinde ´beans´ sözcüğü basılı paketlerde Birleşik Devletler (ABD)´den ithal ediliyorsa, insan Afganlı çocukların kendi tarihlerini bilmemesine şaşırabilir mi? Günümüzün yeni politik gerçekliği örneğin Afganistan´da bir Afgan ile bir Türk, bir Tacik ile bir Peştun ya da bir Hazar arasında daha az derin olamayan köken, gelenek ve hatta dil gibi farklılıklarını gün ışığına çıkardı. Bizi gerçekleştiren şeylerden yola çıkan, bizi oluşturan sayısız ulusal kimliğe saygı temeline dayanan bir Asyalı her şeyden önce gerçekleştirmemiz gereken bir görevdir. İzin verildiğinde bizim en has, bağlantısız kültürlerimiz kendi aralarında gayet kolay ilişki kuruyorlar. Pek çok neden ve gizem bize sadece Asya´nın değil, bütün dünyanın ve bütün kültürlerin yüzyıllar boyunca karışmak ve olmak için randevulaştıkları büyük bir vatanın parçacıkları olduğumuzu hissettiriyor. Irkların, köklerin ve istatiksel farklılıkların çok ötesinde. Pakistan ya da Hindistan´ın kültürel hazinesi, Kazak ve Kırgızistan´ınkiyle ilintilidir çünkü güncel gerçekliğin sunduğu çatışmalar karşısında birbirlerine cevap anahtarı sunarlar.´´ Tekrar susmuştu Şehriyar? Dışarıda ise yağmur dinmişti? Yağmur sularının sesi hariç tam bir sessizlik hâkimdi dışarıda? Akan yağmur sularında ay ışığının gümüşü yansımaları vardı. Baharda buradan başlardı Hind muson yağmurları ama sonbaharda da Hindukuş dağlarından gelen rüzgârların etkisiyle muson yağmuruymuşçasına yağardı bu yağmurlar? Toprak rengi, kahverengi, bulanık bulanık akan bütün bu sular İndus Nehri´nin kollarını oluştururlardı. Şehriyar´ın derin derin nefes aldığını hissetmiştim. Sonra üzgün bir sesle anlatmaya devam etmişti Şehriyar: ?´Buradaki hayat lavabodaki pislik gibi, giderden akıp gidiyor işte. Burada hayatın bedeli artıkça artıyor, hayatın değeri ise düştükçe düşüyor. Bu bölgede bir köylünün bir inekten az, bir tavuktan daha çok değeri var. Ülkemde ekenin toprağı yok, toprağı olan ekmiyor. Kırlarımız boşalıyor. Şehirlerimiz ise beton yığınlarına boğulup ülkeler kadar büyük cehennem oluyorlar. Sosyal adaletsizlik ve yaşamı hor görme ekonomik büyümeyle birlikte artıyor. İnsanları tüketen tüketim toplumu, insanları tüketmeye zorlarken, bir taraftan da televizyon okumuşlara ve okuma yazması olmayanlara şiddet dersleri üleştiriyor. Gerçeklik televizyonu taklit ediyor, sokaktaki şiddet televizyondaki şiddetin başka araçlarla devamından başka bir şey değil ki!.. Vahşi kapitalizm uygarlığında, mülkiyet hakkı yaşama hakkından çok daha önemlidir, insanlar eşyalardan daha değersizdir, en çok malı olan değerlidir buralarda. Bu nedenle de insanlar ´değerli´ olmaya değil, mallarını çoğaltıp ´önemli´ olmaya çalışıyorlar. Eğer bir çocuk açsa ve bir fırından ekmek çalarsa adalet yakasına yapışır ve hapislerden hapis beğenir... Yok eğer adamın biri sokakta kıyafetini beğenmediği bir kadını katırlar gibi tekmelerse bu ülkedeki adil (!) adalet ona dokunmaz, toplum içinde elini kolunu sallayarak gezebilir...´´ Yine bu noktada sustuğunda Şehriyar derin bir sessizlik olmuştu... Sanırım benim notlarımı almamı bekliyordu Şehriyar... Notlarımı alıp Şehriyar´ın gözlerine bakınca devam etmişti: ´´Tavşanlar gibi üreyen alt ırklara karşı gaz odaları yerine artık açlık kullanılıyor. Bu arada nüfus düzenleniyor. Dünya savaşlarının yokluğunda açlık, nüfus patlamasıyla savaştı. Bu arada yeni bombalar açları gözetliyor. Bildiğimiz kadarıyla her insan yalnızca bir kez ölebilir ama stoklanan nükleer silahlar her bir insanın on iki kez ölmesine yol açacak miktarda.