Osman Aydoğan


Dil Bayramı´mızı kutlarken!... (10)


Bir kahveye gittiğinizde kadife bir sesle ve mahcup bir şekilde garsona söylenen şu hitabı artık duymuyorsunuzdur; ?´Beyefendi, bir kahve alabilir miyim?´´ Bu ifade yerine duyduğunuz muhtemelen kaba ve borazan bir sestir; ?´Hey garson, bir kahve getir!´´ Bu her yerde böyle hale gelmiştir; çarşıda, pazarda, toplu taşımada, trafikte, siyasette, işyerinde, okulda, sırada? Çünkü artık kültürde nezakete, nezaket ifadelerine ve nezaket sözcüklerine yer kalmamıştır. *** Türk Dil Kurumu da Türkçenin gelişimi için yetersiz kalmaktadır. Türk Dil Kurumunun yayınladığı ?´Türkçe Sözlük?? ve ??Yazım Kılavuzu?? ne yazık ki Türkçeye yeterince hitap edememektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı ?´Türkçe Sözlük??ün içi Fransızca ve İngilizce sözcüklerle doludur. Hâlbuki bu sözcükler ?´Yabancı Sözcükler Sözlüğü´´ olarak ayrı bir sözlükte yayınlanmalıydı? Türk Dil Kurumu tarafından Türkçeyi Türkçe yapan a, i ve u harfleri üzerindeki şapkaların çoğu kaldırılarak sözcükler anlamsızlaştırılmıştır. Türkçedeki a, i ve u harfleri üzerindeki şapkaların önemi üzerinde bir örnek vermek istiyorum. İşyerimde önüme bir vatandaşımızın bir dilekçesi geldi. Vatandaşımız soyadını değiştirmiş, kayıtlarda yeni soyadının düzeltilmesini istiyordu. Vatandaşın eski soyadı: ??Karadana??. Şapkalı olsaydı ??Karadânâ?? olacaktı? Dânâ; âlim demek... Dânâ-yı Yunan; Eflatun?dur. Kara da ?´büyük´´ demek. Vatandaşımızın soyadı aslında ??Büyük âlim?? demek? Bilmediği için bu güzel soyadını değiştiriyor vatandaş? *** Dilimizi Türkçeleştirirken de yanlışlıklar yapılmıştır. Arapça olan ?´tayyare´´ ve ´´tayyar´´ ilişkisinde; ´´tayyare´´ mükemmel bir şekilde Türkçeleştirilip ?´uçmak´´ fiilinden türeterek ?´uçak´´ yapılmış ancak bu uçağı uçuracak kişiye ´´tayyar´´ı Türkçeleştirmeyerek berbat bir şekilde ?´pilot´´ denilerek, bu şekilde uçak ile onu uçuran arasındaki bağ koparılmıştır. Bu bağ koparılarak bu dili kullanan insanın dil yoluyla kazanacağı analitik düşünme özelliği de köreltilmiştir. *** Kimse sözcükte başkasının düşündüğünün tıpkı tıpkısına düşünmez. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamamadır. Özellikle kavramlarda bu böyledir. Bir kavrama hiçbir kimse aynı anlamı yükleyemez. Bir dilin hiçbir kavramı da bir başka dile tam tamına aktarılamaz. Çeşitli diller karşılaştırıldığında, görülür ki, birbirini tam olarak karşılayan hiçbir sözcük bulunamaz. Başka bir dil insana başka bir düşünce biçimi verir. Başka bir dille insan dünyayı başka türlü kavrar; başka dilde insanın dünya karşısındaki duygu ve istekleri başkadır. Eğer ana lisanın içerisine (Türkçe) yabancı dilden (Sırasıyla; Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce) kelimeler ve kavramlar katarsanız o zaman o toplumun insanları net düşünemezler, duygularını net ifade edemezler. Yabancı sözcüklerde Türkçe dil mantığına göre kök anlamı bulunmadığından bu sözcükler üzerlerinde düşünülmeden, ezberden kullanılırlar. Anlamdaş olan pek çok yabancı sözcüğün Türkçesiyle birlikte kullanımda kalması sonucunda bu sözcükler, kendi anlamlarının çok dışında, çok yanlış olarak, kullanılmaktadır. Dolayısıyla bir dil kargaşası ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde dilin düşünceyle birebir bağıntısı, bunların her kullanımında kopmaktadır. *** Sözün, sözcüğün, kelimelerin önemini tarihten örnekler vererek bu bölümü sonlandırmak istiyorum. Önce Konfüçyüs´ün bir saptaması: "Bir ülkenin dirliğini bozmak istiyorsanız o ülkede konuşulan dili yozlaştırın. Zaman içinde insanların birbirini anlamaları zorlaştıkça her alanda çözülme başlar. Ve sonunda öyle bir noktaya gelinir ki; insanlar birbirini anlamaz hale gelirler ve kargaşa başlar..." Sonra da Yunus Emre; ?´Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz. Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz. Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden Pek sakın o sah katından, seni ırak ede bir söz.´´