Osman Aydoğan


Çıngırak


Çocukluğumda televizyon yoktu? Memleketimde de elektrik de tam anlamıyla yoktu? Bir jeneratör hava kararınca çalışır ve gece saat 10.45´de yanıp sönerek ?´15 dakika sonra kapanacağım´´ diye işaret verir ve saat tam tamına 23.00´te de kapanırdı? Her evde radyo da yoktu... Olan radyolar da lambalı idi... Açınca bir süre ısınmasını beklerdik? Isındıktan sonra çalışırdı? Yayına da kadife sesli, sesi de huzur veren bir spiker; ´´Burası uzun dalga 1648 m Ankara radyosu´´ anonsuyla başlardı yayına? O zaman TRT yoktu, bize ulaşan sadece Ankara Radyosu vardı. (Ankara Radyosu, diğer radyolarla birlikte, 1 Mayıs 1965´de TRT´ye devredildi. Geçtiğimiz yıllarda da TRT uzun dalga yayınlarına anlamsız bir biçimde sona erdirdi.) Rahmetli babam mahallemizin hatırı sayılan büyüklerindendi... Bu nedenle de özellikle kış aylarında hemen hemen her gece evimize komşu ve akrabalarımız gelirdi? O zamanlar zaman boldu ve zaman yavaş işliyordu. Rahmetli babam da hoşsohbet bir insandı, aynı zamanda da iyi bir masal ve fıkra anlatıcısıydı? Babam bu yavaş işleyen zamanda bizlere masallar ve fıkralar anlatır, bizler de merakla ve huşu içerisinde dinlerdik? Evimizin kış aylarında geceleri bu şekilde dolup taşmasında rahmetli babamın bu hoşsohbetiydi aslında... Rahmetli babamın anlattıkları bu masal ve fıkraların nasıl birer kültür hazinesi olduğunu yıllar sonra fark ettim? Brezilyalı yazar Paulo Coelho´nun 2000´li yıllarda yazdığı ?´Simyacı´´ isimli kitabında anlattıklarını rahmetli babamdan ben 1960´lı yıllarda dinlemiştim? İstanbul´un Topkapı semtinde sur dışında Topkapı Şehir Parkı dâhilinde bulunan Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Camii´nin yıllar sonra öğrendiğim gerçek hikâyesini de rahmetli babam teee o zamanlar bu kış gecelerinde anlatmıştı? Rahmetli babamın yine tee o zamanlar karlı ve soğuk bir kış gecesinde odun sobasının etrafında komşu ve akrabalarımıza anlattığı bir ?´Kurt´´ hikâyesini de yıllar sonra Yaşar Kemal´den okumuştum? Rahmetli babamın tee o zamanlar anlattığı bu kurt hikâyesini Yaşar Kemal Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi´ndeki fahri doktora töreni için hazırladığı konuşmada benzer şekilde şöyle anlatıyordu: Anadolu´da kurtlar bir beladır. Bir kurt bir koyun veya keçi sürüsüne dalar, kurt sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar. Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur... Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır. Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar? Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister. Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar. Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları. Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar. Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar. Kurdu hiç incitmezler. Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak ve öperek salıverirler. Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden. Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca koşar durur. Zavallı çıngıraklı kurt dağlarda ve kırda av bulamadığı, aç kaldığı zamanlarda da köylerdeki, ağıllardaki sürülere yaklaşır ama boynundaki çıngırak sesi hemen kurdu ele verir, sesi duyan çoban köpekleri hemen çıngıraklı kurdu kovalarlar ve kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra bağıra ölür. Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir. Şimdi düşünüyorum da; rahmetli babam bu tür hikâyelerle günlük yaşama ilişkin bir şeyler anlatılmak ister, bizlere ?´kıssadan hisse´´ diyerek dersler mi verirdi? Farkında mısınız? Devletin tüm imkânlarını kullanıp, allı pullu, süslü püslü reklamlarla, propagandalarla milletin üzerine abanarak, bazen tehdit ederek, bazen hakaret ederek, bazen de köylülerin kurdu okşamaları ve öpmeleri gibi milleti okşayarak ve öperek bu Pazar Türk milletinin boğazına çıngırak takmak istiyorlar. Fakat unuttukları bir şey var! Milli Şair Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı´nda şöyle derdi: ´´Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!´´ Ezelden beridir hür yaşamış ve Anadolu´nun bilge topraklarında, susuz tarlalarında, gübresiz havuzlarında yetişip; tarihinden, coğrafyasından ve doğasından gereken dersleri fazlasıyla almış aziz milletin boynuna hangi çılgın çıngırak takacakmış? Şaşarım!