Osman Aydoğan


Celâlâbâd´da geçen zemheri ayları (2)


Bir yerde Şehriyar şöyle bir örnek vermişti: ?´Yiyeceklerimiz ve midemiz için çok hassas ve seçici davranıyoruz. Yiyeceğimiz domatesi manavdan özene bezene seçiyoruz, yiyeceğimiz elmayı, armudu seçe seçe alıyoruz. Ancak aynı özeni zihnimizden geçirdiğimiz kelimelere ve düşüncelere göstermiyoruz. Kötü, kokmuş ve çürümüş bir meyveyi yediğimizde nasıl bir sonuçla karşılaşıyorsak, aynı sıfatlı bir kelimeyi veya düşünceyi zihnimizden geçirdiğimizde de benzer bir sonuçla karşılaşırız.´´

Bir keresinde de şöyle bir söz söylemişti Şehriyar: ?´İnsan beyni taşları sürekli dönen bir değirmen gibidir. Arasına öğütülecek bir şey konmadı mı, kendi kendisini öğütür.´´

Şehriyar, Mevlânâ´nın şu sözünü de sık sık tekrar ederdi: ?´Tenini besleyip geliştirmeye bakma, çünkü o sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek, şereflenecek odur.´´ Mevlânâ´nın ve Şems´in burada ne kadar çok tanındığını ve sevildiğini hiç bilmezdim? Hemen herkes tanırdı Mevlânâ ve Şems´i buralarda? Hemen herkes severdi Mevlânâ ve Şems´i buralarda?

Günlerdir kar yağmıştı Celâlâbâd´a? Misafirhane penceresinden her yer uçsuz, bucaksız ve sonsuz bir beyazlık içinde görünüyordu... Hele o uzaklardaki Hindukuş dağlarının görkemi o bembeyazlığı anlatılamaz haldeydi? Hindukuş dağları, yeryüzü, gökyüzü, bulutlar ve karlar öyle mükemmel bir harmoni oluşturmuştu ki, eriyordum bir kar gibi bu manzara karşısında, onlara karışıyordum, yok oluyordum...

Bir kar gibi eridiğimi, su olup, dere olup, coşup çağlayıp, nehir olup denizlere aktığımı gün be gün içimin taaa derinliklerinde hissediyordum... Yine o an Kuantum teorisinin gözlemci ile gözlemlenenin ayrılmazlığından ve birliğinden söz eden ana fikrini hatırlıyordum... Kar tane tane, lapa lapa, usul usul, sessiz sessiz yağıyordu Celâlâbâd´da?

Marcel Proust´un bir deyişini anımsıyorum; "Versuche stets, ein Stückchen Himmel über deinem Leben freizuhalten." (Hayatının üzerinde daima bir parça gökyüzü bulundur.) Ne bir parçası, burada hayatımın üzerinde tamamen bir gökyüzü bulunuyordu.

Almanya´da Königsberg Sarayında bronz anıtında yazılı ?´Kritik der praktischen Vernunft´´ (Pratik Aklın Eleştirisi) isimli kitabından alınmış Kant´ın şu sözleri aklıma geliyor; ?´Zwei Dinge erfüllen das Gemüt mit immer neuer und zunehmender Bewunderung und Ehrfurcht, je öfter und anhaltender sich das Nachdenken damit beschäftigt: Der bestirnte Himmel über mir und das moralische Gesetz in mir.?  (Üzerinde düşündükçe iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygı ile dolduruyor: Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.)

Benim de öyle, burada, iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygı ile dolduruyordu: Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası. Bu sonsuz, soğuk ve pırıl pırıl gökyüzü altında anlatılması bir imkânsız, tarifi bir mümkünsüz huzur buluyordum... Kendimle ve çevremle hep barışıktım, hep huzurluydum ama hiç bu kadar huzur bulduğumu hatırlamıyordum? Sanırım buralara ikinci kez gelişim de bunun için, bu huzur içindi?

Yine misafirhanedeydim?  Hava açıktı, Ay hilal şeklindeydi, gecenin bir ilerlemiş saati idi? Yıldızlar pırıl pırıl parlıyor, sanki soğuktan üşümüşçesine titriyorlardı? Hafif ay ışığına rağmen karlar altında Hindukuş dağlarına kadar sonsuz ve boyutsuz bir beyazlık vardı? Her yer gündüzmüşçesine ışıl ışıldı, pırıl pırıldı... Burada ben yalnızdım, yapayalnızdım? Yalnız kalanlar bilir; yalnızlıkta cennet ve cehennem bir aradadır. Bu muazzam yalnızlığımda bana hep beynimde hep takılmış bir plak gibi dönen Şehriyar´ın sözleri eşlik ederdi.

Şehriyar Halil Cibran´ın şu sözünü söylemişti bir konuşmasında; ?´Ben senin gibiyim ey Gece, sessiz ve derin ve yalnızlığımın ortasında bir beşikte bir Tanrıça yatar ve cennette doğan yalnızlığımda cehenneme dokunur.´´ Her zaman bu gece gibi sessiz ve bu gece gibi derindim ben? Ancak buradaki bu yalnızlığımı cehenneme değil de cennete dönüştürmüştüm ben?

Şehriyar, yalnız gördüğünde beni Schopenhauer´in bir sözünü söylemişti bana; ´´Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur. Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.´´

Gerçekten de düşüncem ve hayal gücüm burada benim en büyük eğlencemdi? Gerçekten de düşüncem ve hayal gücüm burada benim en büyük arkadaşımdı? Gerçekten de düşüncem ve hayal gücüm burada benim en büyük sırdaşımdı?

Aslında yalnız değildim ben?Zaten Georges Moustaki´nin ?ma solitude´ şarkısında söylediği gibi; ??Hiçbir zaman yalnız kalmam ben yalnızlığımla beraberken´´ Şarkının dizelerindeki gibi ben yalnızlığımla beraberken hiçbir zaman yalnız kalmadım buralarda?

Bu yağan kar altında, bu yalnızlığımda yine Şehriyar´ın yıllar önce anlattıkları geldi aklıma? Bir konuşmasında Şehriyar klasik Alman filozoflarının sonuncusu olan Ludwig Feuerbach´ı anlatmıştı bana? Şehriyar´ın bana aktardığı Feuerbach´ın şu iki sözü kalmıştı aklımda; ´´Sevgi Tanrı´nın kendisidir ve sevgi dışında Tanrı yoktur. Sevgi insanı Tanrı, Tanrı´yı insan yapar. Sevgi zayıfı güçlendirir, güçlüyü zayıflatır, yüksektekini indirir ve alçaktakini yükseltir, maddeyi iyileştirir, tini maddeleştirir. Sevgi; Tanrı ile insanın, tinle doğanın hakiki birliğidir.´´ Feuerbach´ın bu sözü bana Hallac-ı Mansur´u, Cüneyd-i Bağdadî´yi, Muhyiddin İbn-i Arabî´yi, Yunus´u, Mevlânâ´yı, Kuantumu anımsatmıştı?

Feuerbach´ın diğer sözünü ise daha bir vurgulayarak anlatmıştı bana Şehriyar; "Ahlakın temeli ne zaman dine dayandırılsa, adalet ne zaman ilahi otoriteye bağımlı hale getirilse, en ahlaksız, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mazur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir."

Şehriyar; ?´ahlak dine bağlı değildir´´ derdi. ?´Ahlak başkasının hakkıdır.´´ derdi?

Immanuel Kant´ın şu sözünü de hep tekrarlardı Şehriyar; ?´Yeryüzünde hiçbir şey başkasının hakkından daha kutsal değildir.´´

Sonra hüzünle anlatmıştı bana Şehriyar Afganistan´ın nasıl dağılıp yok olduğunu;  ?´Ülkemde din adına, dindar nesil yetiştirme adına bilime sırtlarını döndüler, bütün okulları inanç eğitiminin yapıldığı medreselere dönüştürdüler, din adına nikâh yapıyoruz diyerek 11 yaşındaki kız çocuklarının ırzına geçtiler, hakkı, hukuku, adaleti ilahi otoriteye bağladılar ve sonuç olarak da işte bu gördüğün burkalar ve işgal askerleri ortaya çıktı.´´

İS 161- 180 yıllarında yaşamış olan Roma imparatoru Marcus Aurelius´u hatırladım?

Filozoftur kendisi, sürekli yazmıştır? ??Kendime Düşünceler´´ isimli kitabında şöyle derdi Marcus Aurelius;  "Durmadan dönüp duran yıldızları, sanki sen de onların arasında geziniyormuşsun gibi hayranlıkla seyret ve varlıkların içinde bulunduğu değişimi düşün, hiç durmaksızın birinden diğerine dönüşmelerini izle. Bu gibi olaylar üzerinde düşünerek, yeryüzündeki yaşamı tozlarından arındırırsın."

Celâlâbâd´ın bu zemheri aylarında, uçsuz, bucaksız ve boyutsuz bu beyazlığın ve sonsuzluğun ve soğuğun ortasında ben de aynen öyle yaptım; apaçık gökyüzünde durmadan dönüp duran ve ışıl ışıl parlayan yıldızları, sanki ben de onların arasında geziniyormuşum gibi hayranlıkla seyrettim ve varlıkların içinde bulunduğu değişimi düşünerek ve hiç durmaksızın birinden diğerine dönüşmelerini izledim?

Günlerce yağan karlardan sonra hava açılmış, gökyüzündeki yıldızlar pırıl pırıl gözüküyor, ancak soğuktan tir tir titriyorlardı... Işıl ışıl parlayan yıldız ışıkları ve uçsuz, bucaksız ve sonsuz bir beyazlığın altında uzaklarda Hindukuş dağları kıpırdamadan o büyük heybeti, görkemi, ihtişamı ve azameti ile sessiz ve sakin bir heykel gibi duruyordu...