Osman Aydoğan


Bu da geçer yâ hû


Türkçemiz aziz bir dil? Türkçemiz başta Farsça ve Arapça olmak üzere diğer dillerden oldukça etkilenmiş? Bazıları bunu bir zafiyet olarak görse de ben bunu bir zenginlik olarak değerlendiriyorum? Bu zenginliğe Osmanlıca iki deyimden bahsederek örnek vermek istiyorum... Birincisi; ?´Bu da geçer yâ hû´´. Ancak konunun önce edebi sonra da tarihi yönünü inceleyelim... Tasavvuf bilimcisi Lütfi Filiz´in çok güzel dört ciltlik bir kitabı var: "Noktanın Sonsuzluğu" (Pan Yayıncılık, 2000) Bu kitap tasavvufun temel kavramlarını, derinlemesine açıklayan bir kaynak kitaptır. Kitaptan aldığım bazı bölümler: "Âlem ancak ilimle anlaşılabilir. İlim arttıkça da âlemler değişir ve çoğalır. İşte biz bu ayrı ayrı âlemlerin süratle bir noktada toplayabildiğimizde insan oluruz." "Âhiret âlemi diye bahsedilen insanın düşünceleridir ve kişi bu âlemde hangi düşüncelerle yaşıyorsa gittiği âlemde de o düşüncelerle yaşayacaktır." "Kâinat bir noktadan ibaret iken kalem bu noktayı uzatıp harfleri, o harflerden kelimeleri yazmıştır. Her kelimeye birer isim, her isme de ayrı bir huy verildiği için dağdağalar çoğalmıştır. Eğer insan cümleyi bir noktada toplayabilirse geriye ne kâinat, ne de onun dağdağaları kalır." Ve bu kitapta geçen Litfi Filiz´e ait bir şiir: Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû... Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû... Bî karardır felek, daim döner durmaz bir an, dursa bir an, ne yer kalır ne gök kalır be yâ hû... Kâh-ı zulmet, kâh-ı envâr birbir ardın devreder, kâh-ı lütuf, kâh-ı kahır, ondan olur be yâ hû... İmtihan için oluptur daima neş´e, azâb sen, "sen"i bilmek içindir, kahrı lütfu be yâ hû... Fâniya vird-i daim et bu sözü her zaman, gece gündüz hatırından hiç çıkmasın be yâ hû Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû... Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû... Lütfi Filiz kendisi için ?´Fâni´´ mahlasını kullanır. Bu şiirde geçen ?´Bu da geçer yâ hû´´ sözünün aslı bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ??Bu da geçer´´ mânâsına gelen ??k´afto ta perasi´´ derlermiş. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ?´in niz beguzered´´ olur; Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ?´bu da geçer´´ haline getirilir. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ?´yâ Allah´´ mânâsına gelen bir ?´yâ hû´´ ilave edilip ??Bu da geçer yâ hû´´ haline gelir. (Arapça da ?´hû´´ ?´O´´ anlamındadır ve Allah´ı kasteder. Mezar taşlarında yazan ?´Hû-vel Baki´´ sözü ?´O (Allah) kalıcıdır, biz öldük, bu cihandan geçtik, gittik lakin Allah kalıcıdır´´ anlamındadır. ?´Bu da geçer yâ hû´´ sözü her şeyin fani olduğuna dair özlü bir sözdür. Bu söz; üzüntünün, gamın, kederin, derdin, tasanın, bela ve musibetin; şansın, sevincin, hazzın, talihin, ikbalin, mevkiin ve makamın hep geçici olduğu anlamında kullanılır. Bu söz işgal altındaki İstanbul´da halkın arasında gizli bir slogan olarak da kullanılır. İstanbul 1918 yılında işgal edilip düşman savaş gemileri Boğaziçi´ni doldurunca, hattat İsmail Hakkı Altunbezer bir kâğıda ´´Bu da geçer yâ hû´´ yazıp atölyesine asar. Kısa sürede işyerleri, kahvehaneler, vapurlar, bu yazıyla donatılır. Halkın işgale karşı tepkisini dile getirmek üzere her yere astığı bu yazı o acı günlerin, mütareke döneminin bir simgesi haline gelir. Bugün müze olarak kullanılan Atatürk´ün Çankaya´daki konutuna da astığı tek hat yazısı da "Bu da geçer yâ hû" sözüdür. Tarihçi yazar Cengiz Özakıncı´ya göre, ABD Başkanı Abraham Lincoln, Wisconsin´de yaptığı bir konuşmada bu söze duyduğu hayranlığı şöyle dile getirmiş: "Doğu´da bir padişah, danışmanlarından, her okunduğunda bulunulan durumu tüm gerçekliğiyle anlatacak bir söz bulmalarını istemiş. Bulmuşlar; ´Bu da geçer!´ Öyle anlamlı bir sözdür ki bu, hem böbürlenmeyi dizginler; hem acılara dayanma gücü verir!" Zülfü Livaneli de ?´Leyla´nın Evi´´ isimli kitabında (Doğan Kitap, 2012) ?´Bu da geçer yâ hû´´ ifadesinin hikâyesini detaylıca anlatır. ?´Bu da geçer yâ hû´´; görüldüğü gibi anlayana ?´sehl-i mumteni´´ harikası bir sözdür... Katre içinde bir ummandır... (Sehl-i mumteni: kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, derin anlamlı özlü söz söyleme sanatıdır. Katre ise damla demektir. ?´Umman´´ın da okyanus olduğu malum!) İkinci olarak anlatmak istediğim Osmanlıca deyim ise ?Şeref-ül mekân, bi´l-mekîn? ifadesidir. Deyimde geçen ´´mekîn´´; mekânın içinde oturan kişi anlamındadır. Bu deyim ?mekânın büyüklüğü içinde oturanındandır? veya ?´makamın şerefi; mekânı tutandan gelir´´ anlamında özlü bir sözdür. O yüzdendir ki, Ankara´nın Çankaya´sındaki sıradan bir bağ evi Atatürk oturduğu için şerefliydi, büyüktü... Ne yazık ki Osmanlıcanın bu ünlü sözü günümüzde ?Şeref-ül mekîn, bi´l-mekân?a (´´Kişinin şerefi oturduğu mekânın büyüklüğündendir´´e) dönüştürülmüştür. Ama biz bugüne aldanmayalım, şerefi oturduğu mekânlarda arayanlara kanmayalım, başa dönelim, Litfi Filiz´in şiirindeki ilk ve son dizelerine gidelim: Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hu...