Osman Aydoğan


Bir sabiyyenin ?´Gözyaşları´´ (3)


Bu basit gibi görünen hadise, küçük İhsan´ın hayatında beklenmedik değişikliklere ve büyük ıstıraplara yol açar. Baba Raif Paşa hadiseyi kafasında büyütür. Kapıyı açmak dışında hiçbir teması olmadığı ve tamamen masum olduğu halde, hadiseden küçük İhsan Raif Hanım´ı sorumlu tutar. Babaya göre kendisinden habersiz girişilen bu ?haneye tecavüz? nedeniyle aile adına sürülen lekenin bir şekilde temizlenmesi gerekir. Babaya göre artık İhsan Raif´in adı ?´kirlenmiş´´tir. Sonrasını İhsan Hanım´dan dinleyelim: ?Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali´yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et...? Şefkat timsali annesinin bazen içine akan, bazen dışına taşan sessiz gözyaşları fayda vermez, sofrasında ekmeğini paylaştığı, dost bildiği insanların ihanetini kimselere anlatamaz İhsan Raif Hanım. Ve babası da İhsan Raif´in ve diğer aile fertlerinin ağlamalarına, yalvarmalarına aldırmaz ve 13 yaşındaki kızını ?´Nikâh kâfidir! Sessizce gidin!´´ diyerek ?O hain´´ Mehmet Ali´yle evlendirir ve İzmir´e bir sürgün havasında yollar. 1890´da 14 sene dönemeyeceği İstanbul´a veda ederken İhsan Raif Hanım, ailesinden, çocukluk masumiyetinden, çok sevdiği İstanbul´dan, hem de hiç sevmediği kocaman bir adamın karısı olarak ayrılırken Maçka´ya, Teşvikiye sırtlarına, Dolmabahçe sırtlarına bakıp, içinden, ?´Elveda çocukluğum, elveda güzel kardeşlerim, annem, babam, evim, yuvam? ?´ diye için için ağlar, hıçkıra hıçkıra ağlar, bir sel gibi gözyaşları döker? Daha sonra bugünü şöyle hatırlar: ?´Uykularımda beni yeşil vadilerde uçuran pembe rüyalarımın uçsuz bucaksız bahçelerine veda ediyordum. Kırılırcasına üstüme gelen o kapının adeta hayatımın ikbal kapılarını kapatacağını, bütün acıların açılan bu gedikten hayatıma dolacağını yaşayarak öğrenecektim?´´ İhsan Hanım henüz 13 yaşında, genç damat Mehmet Ali ise 24 yaşındadır. Gönülsüz geldiği İzmir´den İstanbul´a dönüş yolunun kapalı olduğunu bilen İhsan Raif Hanım, dişi kuş içgüdüsüyle yuvasını sahiplenir. Her kadın gibi o da evlenirken saadet senfonisi bestelemeyi hayal eder, ama sonuç değişmez. Sonrasını İhsan Raif Hanım şöyle anlatır: ?Evliliğimizin üçüncü ayında gittiğimiz Doktor Levi , ?Müjde, bebeğiniz geliyor.´ dediğinde hem sevindim, hem üzüldüm. Bir ağladım, bir güldüm. Ne olurdu Rabbim bu müjdeyi Taş Konak´ta, ailemin arasında alsam, bu sevinci orada yaşasam, anneme babama torun haberini ellerini öperek versem! Yetim gibi, öksüz gibi çaresizdim işte... Eşimden görmediğim sevgi ve destek ümitlerimi kırsa da hayata direnme gücümü artırıyordu diyebilirim. 1 Temmuz 1891 günü oğlum Ahmet Hikmet´i kucağıma aldım. On dört yaşında anne oldum. Mehmet Ali oğlumuzun doğumuna çok sevindi. Hayatımızın meyvesine bakışı, sevinci, onun cevherindeki iyiliği gösteriyordu aslında. Fakat iyice anladım ki, Mehmet Ali elinde olmadan içkinin, nefsinin esiriydi. Her ne olursa olsun içki düşkünlüğünün ve kayıtsız yaşayışının, işe gidiyorum deyip birkaç gün eve uğramayışının, hayatımızın tadını, yuvamızın saadetini yok ettiği bir hakikatti. İzdivacın asude cennetini harlı cehennem gayyasına çeviriyordu. Genç kalbimin heveslerini her zaman kırar, aşk beklentimi hüsrana boğar, sonra kendini sokağa atar, mutluluğu yuvasında aramaz, işkence ederdi. ?Seni kevser suyuna götürür, bir yudum içirmem´ dediğini nasıl unuturum! Kadehlerde içip dağıtacağına bana bir yudum aşkını verse, dünyanın dönüşü, hayatın akışı değişirdi. Heyhat, saadet güneşim galiba hiç doğmayacak! ..? Sadece bu kadar da değildi yaşadıkları İhsan Raif Hanım´ın. Anlatırdı paramparça olmuş iç dünyasını: ?´Aşkıma set çeken bu da değildi sanırım. Gönül telimi titretecek nezaket ve nezaheti bulamadım ben. Ruhumdaki sevgi tomurcukları açmadan soldu belki. Benim pembe hayallerim olmadı hiç. Rüyalarım bile baharda esen samyelinin yakıp kavurduğu elma çiçekleri gibi kavruk?´´ Mehmet Ali´nin olumsuz alışkanlığı içkiyle, kumarla sınırlı değildi. Derken İhsan Raif Hanım, eşi Mehmet Ali´nin İstanbul´da da Aspasya adlı bir eşi bulunduğunu, bu eşinden de bir çocuğunun olduğunu, çocuğun babasız büyümemesi için kadının tekrar onu İstanbul´a çağırdığını ve kaldıkları yerden hayatlarına devam etmek istediğini öğrenir. ?Bir eşin varken, neden benim günahıma girdin? Neden onüç yaşındaki talebe çocuğun hayallerini yıktın? Korkmaz mısın mazlumun inkisarından? diye yakınır, ama yutkunur.