Osman Aydoğan


Bir meczup: Behlül Dânâ


Meczup kelimesini genellikle yanlış anlamda kullanırız. Meczuba çoğunlukla ?´deli´´ anlamını yükleriz. Türkçenin zenginliğiyle bakacak olursak meczupla deli arasında hayli fark olduğunu görürüz. Meczup ve deli kelimelerine dair en anlamlı tanım şu; akıl adamı terk ederse,?´deli´´; adam, aklı terk ederse, ?´meczup´´ derler!.. Meczup; cazibe kelimesinden de çağrışım yapacağı üzere, belli bir etkiye kapılmış, o tesirle kendinden geçmiş kimse demek!... Cezbeye tutulmuş, demir tozlarının mıknatısa, pervanenin ateşe kapılışı gibi yoğun bir çekimle Hak aşkında varlığını yitirmiş insan demek. Yüce Rabbimiz Kur´an-ı Kerim´de mealen; ?´Allah, dilediğini kendine çeker? (Şura /13) buyurmuştur. Cüneyd-i Bağdadi; ?´Allah´ın velisi ile Allah´ın delisi arasında bir soğan zarı kadar fark vardır´´ der. Ve devam eder Bağdadi: ?´Kim veli, kim deli sizler anlamazsınız.´´ Görüldüğü gibi meczup ile günümüzde kendi çıkarları için dini kullanan soytarılar arasında hiçbir ilişki yoktur. Tasavvuf ehli arasında meczupların hatırı sayılır bir yeri vardır!.. Kıssalarını okuduğumuz, hayatlarından ibret aldığımız bazı meşhur isimlerin birçoğu meczuptur. İlahi aşkın cezbesi ile kayıtlardan kurtulmuş, akışa kendini kaptırmış bir kısım zevat, kendi dönemlerinin ileri gelen şahsiyetlerine, hatta devlet başkanlarına bile örnek haller sergilemiş, manidar sözler sarf etmişlerdir. Onlardan bir kaçını tanıtmak istiyorum. Örneğin geçen günlerde yine bu sayfada ´´Yaz beni de, O´nu sevenleri sevenlerden biri´´ başlığı ile tanıttığım, tacını tahtını terk eden Belh Sultanı İbrâhim bin Ethem de bir meczup idi... Hatta onun da İmam-ı Azam ile ilgili şöyle bir hikâyesi var: İmam-ı Azam Ebu Hanife Kufe Camiindeki Fıkıh Halkasında öğrencilerine ders veriyor. O esnada kapıdan başını uzatan İbrahim bin Ethem ?Esselamu Aleykum Ya İmam? diyerek selam verir. Dersi kesen İmam-ı Azam, üstü başı pejmürde, garip kılıklı İbrâhim bin Ethem´in selamını ayakta alır ve O gidene kadar yerine oturmaz. İmamın edep ve saygı içinde selam alışı talebelerin gözünden kaçmaz. İçlerinden biri sorar: ´´Ya İmam!.. İbrahim bin Ethem meczup, siz ise bir büyük İslam âlimisiniz. Bunca hürmet niye?...´´ İmam şöyle cevaplar: ´´Biz Allah´ın İlmi ile meşgulüz; O ise doğrudan Zatı ile meşgul!´´ İmam, meczup kelimesine böylelikle yeni bir anlam getirir; Allah´ın Zatı ile meşgul olan kişi!... Şimdi gelelim diğer birmeczup hikâyesine: Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn-i Arabî bir kitabında şu hikâyeyi anlatırdı; Bir meczup, köy meydanına gelir; çevrede dolaşmakta olan kalabalığa; "ey ahali, ben Peygamberim!" der. Kimse onu ciddiye almaz. Garip kılığına, deli gözlerine bakıp gülerler. Meczup kendinden çok emindir. "Ey ahali, ben peygamberim! Eğer bana inanmıyorsunuz, şu arkamdaki duvar dile gelsin ve size benim peygamber olduğumu söylesin." der. Yine kimse bu meczubu ciddiye almaz fakat birden duvar dile gelir ve şöyle der; "Yalan! Bu adam peygamber falan değil." (Bu hikâye aynı zamanda Zülfü Livaneli´nin ´´Engereğin Gözündeki Kamaşma´´ isimli romanının giriş kısmıdır. Ancak Livaneli kaynağını yazmaz!!!) Şimdi bir meczup olarak Behlül Dânâ´yı anlatmaya başlayabilirim... Behlül kelimesi Farsçada meczup, deli, çok gülen, çok gülücü, soytarı anlamındadır... Behlül´ü biz Halid Ziya Uşaklıgil´in realist-naturalist romanı ?´Aşk-ı Memnu´´dan dolayı Firdevs´le, Peyker ve Bihter´le beraber tanıdık? TV de olmasa Behlül, Bihter, Peyker ve Firdevs´i tanımayacaktık ama hâlâ ne anlama gelirler bilmeyiz de? Dânâ ise Farsçada ´´çok bilen´´,´´âlim´´ demektir. Hoca-i Dânâ; hocaların hocası demek, Dânâ-yı Yunan; Eflatun´dur. Behlül Dânâ; âlim meczup ya da akıllı deli anlamındadır. Behlül Dânâ; güldüren âlimdir. Nasrettin Hoca gibi? Behlül Dânâ, meczup görüntüsüyle büyük hikmetler anlatan bir zat; aynı zamanda halkın çok sevdiği bir âlimdir...