Osman Aydoğan


BİR DEPREMİN ANATOMİSİ (3)


Rousseau´ya göre insanlar arasında var olan iki tür eşitsizlik söz konusuydu: Birincisi, doğuştan gelen yaş, sağlık, beden gücü, zekâ ve ruh nitelikleri arasındaki farklılıklar. Diğeri ise siyasetin doğurduğu eşitsizlik. Rousseau, eşitsizliğin ortaya çıkışında, doğal durumdan uygar topluma geçişte kaybedilen bazı değerlerden bahseder. Bu değerler; acıma duygusu ve merhamettir. Uygarlığın öne sürdüğü akıl yürütmenin, bu değerleri yok ettiğini vurgular. Eşitsizliğin en büyük nedeni olarak öne sürdüğü özel mülkiyet kavramına gelince; Rousseau, özel mülkiyetin ortaya çıkışını, geleneklerin ve alışkanlıkların çeşitliliğine bağlı olarak gerçekleştiğini söyler. Özel mülkiyet, toplumdaki ahlaksal çöküntünün başlıca nedenidir. Bu çöküntüye mülkiyet edinme hırsı neden olmuştur. Bu hırs ve tutkunun körüklediği yozlaşmanın, yoksulun zengine bağımlı hale getirerek onu köleleştirdiğini savunur. Jean Jacques Rousseau, ?´Toplum Sözleşmesi´´ (Bulut yayınları, 2007) adlı kitabında bu kitabına oranla bu düşüncelerini biraz daha yumuşak bir şekilde ifade etmeyi tercih eder. Özgürlükten vazgeçmenin, insan olmaktan çıkmak anlamına geldiğini vurgulayan Rousseau, ?´Toplum Sözleşmesi´´ adlı kitabında insanın ancak toplum içinde özgür olabileceğini savunur. Rousseau´ya göre her şeyden önce insan Thomas Hobbes´un tam aksine (zira Hobbes´a göre insan doğuştan bencil bir varlık olarak doğmuştur) doğuştan iyi bir birey olarak doğmuştur. Rousseau´ya göre, insan doğa durumunda kötü değildir. Toplumsal hayata geçiş ve bu geçişin beraberinde getirdiği kötü yönetimlerin insanı kötüleştirdiğini savunur. Rousseau´ya göre kötülük toplumun kurumsallaşmasının bir sonucudur. Rousseau bu kitabında ayrıca şunları da söylüyordu: ?´İnsanın içinde var olan ve hiçbir zaman doyuramadığı ?yalnızlık´ hissidir. O yalnızlık hissi ki, kimilerinde din algısını yaratır. Bir tanrının kanaati altında olduğunu düşünüp güvende hisseder insanoğlu. O yalnızlık hissi ki, aile mevhumunu yaratır. Bir ömür sürmesi planlanan imzaları atar ve herkesin de atmasını bekler, toplumsal ahlak anlayışı oturur, baskı doğar. O yalnızlık hissi ki, kapitalizmi körükler. Parçası olamadığı toplumda hükümdar olmak ister insan. Kendini özel, önemli hissetmek için kapitalistleşir, kapitalist sistemde ahlak sadece kitlesel bir sakinleştiricidir. Eşitsizliklerin kaynağı, insanın içindeki yalnızlık, ölümlülük, önemsizlik hissidir. Çünkü insan ruhu, var olanların hem en güzeli hem de en çirkinidir.´´ Rousseau bu kitabın bir başka bölümünde ise şöyle yazar: ?´İnsanların ormanda yaşadıkları ilkel zamanlarda, mağazalarda alışveriş yapmadıkları ve gazete okumadıkları dönemlerde önemli bir fırsatı vardı insanlığın: kendini dinleyebiliyor ve bu yüzden tatminkâr bir yaşamın en temel gereklerini karşılama şansını elinde tutuyordu.´´ (Dikkat edin yıl 1700´lü yıllardır. Rousseau 1712-1778) Rousseau´ya göre tatminkâr bir yaşamın en temel gerekleri ise; aile sevgisi, doğaya saygı, evrenin güzelliği karşısında hayranlık, müzik zevki ve basit eğlencelerden alınan hazdı. Rousseau kitabında, bizlerin her ne kadar bağımsız akıllara sahip olduğumuzu düşünsek de aslında kendi ihtiyaçlarımızın neler olduğunu anlamak konusunda sefil bir durumda olduğumuzu, aklımızın, bize tatmin olabilmek için neye ihtiyaç duyduğumuzu söyleyen dış seslerin tesiri altında olduğunu iddia eder. Ben de dışarıdan güdülenen hırsın, isteğin, arzunun sonu yoktur diye düşünürüm; insan vazgeçebildiği oranda zengindir diye bilirim... Zaten Voltaire de bu kitabı okuduktan sonra Rousseau ile olan mutat atışmalarının bir parçası olarak Rousseau´ya yolladığı mektubunda kitapla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır: ?´Bizi yeniden hayvan yapmayı istemek için bunca zekâ şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı; eserinizi okuyup bitirince insanın içinden dört ayak üzerinde yürümek isteği geliyor.´´ Gerçekten de günümüzde hele hele de ülkemizde insanoğlunun hallerini görünce Voltaire´nin de dediği gibi insanın içinden dört ayak üzerinde yürümek isteği geliyor... Sizlerin hep şikâyet ettiği gibi işte ben hep böyle uzun uzun yazıyorum... (İnanın kısa kısa yazmak için hiç vaktim olmuyor!) (12 Kasım 2017) Irak´ta meydana gelen depremden, ardından 1755 yılındaki Lizbon´da yaşanan bir depremden yola çıkarak nerelere geldik? Allah bana akıl fikir versin!