Osman Aydoğan


Beni en güzel günümde sebepsiz bir keder alır


Sabahattin Ali´nin şiiri, Ali Kocatepe bestesi ve Nükhet Duru´nun unutulmaz yorumuydu: Melankoli. Nükhet Duru´dan başka kimse ruhumuza üflercesine böyle söyleyemezdi zaten bu şarkıyı. Sabahattin Ali 1932´de Konya Hapishanesi´nde yazar bu şiiri ve deli gibi âşık olduğu Ayşe Sıtkı isimli kadına ithaf eder. ?´Beni en güzel günümde, Sebepsiz bir keder alır, Bütün ömrümün beynimde, Acı bir tortusu kalır. Anlayamam kederimi, Bir ateş yakar tenimi, İçim dar bulur yerini, Gönlüm dağlarda dolanır.´´ Bu şiiri severek okur, Nükhet Duru´yu da severek dinlerdiniz değil mi? Şiirin son dizesinde ´´İçim dar bulur yerini, gönlüm dağlarda dolanır´´ derken gerçekten benim içim dar bulur yerini, sığmaz içim içine, çözümü dağlarda bulur gönlüm, gönlüm dağlarda dolanır. Gönlüm dağlarda dolanırken o dağların bana yadigarı Şehriyar´ı hatırladım. Ve O´nun bana nadiren kızdığı o bir anı anımsadım. Kapkara bir hançerin simsiyah uçları gibi o keskin keskin, o çakmak çakmak gözleri ile bana hiddetle söylendiği o anı anımsadım. O an Celâlâbâd´da, zemheri aylarının o dondurucu soğuğunda, o yüksek rakımda, uzaklarda Hindukuş dağları bir gelin elbisesi gibi o kar örtüsüyle bembeyaz giyinmişken Şehriyar´ın bana hiddetle, kızgın kızgın, parmağını göstere göstere ve ilk defa adeta beni azarladığı o anı anımsadım: ?´Anlamadın mı hâlâ´´ demişti bana, ?´boşa mı gitti emeklerim´´ demişti bana, ?´yıllardır anlatıyorum sana´´ demişti bana? ?´Ne bu yüzünün hali´´ demişti bana. ?´Sanki´´ demişti ?´sanki yüzünde hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları var´´ demişti bana? Sonra sesini daha da artırarak ve tana tane parmağını gözüme sokarcasına verip veriştirmişti bana... Verecek çok cevabım vardı ama susmuştum ben, başımı öne eğerek, gözlerimi yere dikerek susmuştum ben. Söyleyememiştim Şehriyar´a, Asaf Hâled gibi kendi Nirvana´mda saadet zirvesine erebildiğim anda dâhi hiç içimin rahat olmadığını hiç? Burada dağların zirvesinde dağlarla bir olup bütünleştiğimde, Kuantum düşüncesinin ana fikri olan ??gözlemleyenle gözlemlenenin birliğine´´ eriştiğimde bile içimde tarifi bir mümkünsüz sessiz sedasız bir hüzün olduğunu? Yine Asaf Hâled´in ?´Nûrisiyah´´ isimli şiirinde olduğu gibi ?´sebepsiz hüznün hocam´´ olduğunu söyleyememiştim Şehriyar´a... O günler çoook, çok gerilerde kaldı... Kaldı ama bizler zaten hep sebepsiz hüzünlenenler ülkesiydik? Ve sebepsiz hüzün de hocamızdı bizim... Ve bizlere de hüzün hep mutluluk verirdi? Ve hüzün hiç peşimizi bırakmazdı bizim... Hüzün bir kedinin kuyruğu gibi hep bizimle beraber gelirdi biz nereye gidersek gidelim... Daha önceleri bu sayfada yazmıştım Khaled Hosseini´nin "Uçurtma Avcısı" isimli romanını. Derdi ki Khaled Hosseini bu kitabında "Gerçekle yaralanmak, bir yalanla oyalanmaktan daha iyidir." Bir gerçekle yaralandığımızdan mıdır yoksa bir yalanla oyalandığımızdan mıdır bu sebepsiz hüzünlerimiz, nedensiz kederlerimiz? Daha önce bu sayfalarda yine bahsetmiştim; erotik edebiyatın pirlerinden Anais Nin´in bir yazısını. Bu yazısında Anais Nin şöyle yazardı: "Aşk asla eceliyle ölmez. Kaynağını beslemeyi bilmediğimiz için ölür. Körlükten, hatalardan ve ihanetlerden ölür. Hastalanarak ve yaralanarak ölür? yorularak, solarak, matlaşarak ölür." Anais Nin´in söylediği gibi bu kültürde, bu coğrafyada, bu topraklarda bir türlü aşkı beslemeyi bilmeyişimiz nedeniyle miydi bu sebepsiz kederlerimiz, nedensiz hüzünlerimiz? İşte bu sebep miydi ki Âşık Mahzuni Şerif´e, insana hüzün şırınga eden o ?´İşte gidiyorum çeşm-i siyahım´´ türküsünde: ´´Ötmek istiyorum viran bağlarda / ayağıma cennet kiralansa da" dizelerini söyleten! İnsanın cenneti bırakıp da gidecek ne gibi bir gerekçesi olabilir ki? Viran bağlarda baykuşlar öter. Hem de cenneti bırakarak duyulma imkânının olmadığı viran bağlarda bir baykuş gibi ötmeyi istemek bir nasıl duygudur ki? Böylesine, bir nasıl mecburiyettir ki gitmek isteği? Muhtemeldir ki Mahzuni; kaynağı beslenmediği için ölen aşktan dolayı gitmek istemiştir. Muhtemeldir ki Mahzuni; körlükten, hatalardan ve ihanetlerden ölen aşktan dolayı gitmek istemiştir. Muhtemeldir ki Mahzuni; hastalanarak, yaralanarak, yorularak, solarak, matlaşarak ölen aşktan dolayı gitmek istemiştir... Haldun Taner´in ?´Yalıda Sabah´´ isimli kitabında geçerdi (s. 81): ?Sebepsiz mutluluktur asıl mutluluk? diye. Zaten söylerdi bana hep Şehriyar: ?´Siz nedensiz mutluluğun olamayacağını düşünürsünüz. Bana göre mutlu olmak için herhangi bir şeye bağımlı olmak çaresizliğin son kertesidir.´´ Haldun Taner´in, Şehriyar´ın söylediği gibi mutlu olmak için hep bir sebep, hep bir neden aramamızdan mıydı bu sebepsiz hüzünlerimiz, nedensiz kederlerimiz? 18. yüzyılda Afrika´dan gemilerle tıkış tıkış Karayip plantasyonlarına getirilen kölelerin ölümcül duygusuymuş melankoli. Tarihçiler, kölelerin çevreye uyumsuzluk, hastalık ve açlık yüzünden öldüğü kadar, melankoli sebebiyle de de öldüklerini yazarlar. Yoksa bizlerin de göz göre göre koyun gibi bir mezbahaneye sürüklenişimizden midir bu sebepsiz hüzünlerimiz, nedensiz kederlerimiz? Sanırım bütün bu anlatılanlar bu sebepsiz kederlerimizin, bu nedensiz hüzünlerimizin asıl sebebiydi? Shakespeare melankolinin insanı nasıl da düşünmeyle birleşerek pasifleştirdiğini anlatırdı eserlerinde... Yoksa yoksa Shakespeare´in söylediği gibi bu sebepsiz hüzünlerimizin, bu nedensiz kederlerimizin, bu melankolimizin düşünmeyle birleşmesi miydi bu pasifliğimiz, bu yılgınlığımız, bu sessizliğimiz? Bir koyun sürüsü gibi bir mezbahaneye uslu uslu gidişimiz? İşte, işte hep bütün bunlardan dolayıdır ki Sabahattin Ali´nin şiiri, Ali Kocatepe´nin bestesi ve Nükhet Duru´nun unutulmaz yorumu beynimizde takılmış bir plak gibi, gece gündüz, gün yirmidört saat bir bitmemecesine döneeeer durur: "Beni en güzel günümde, sebepsiz bir keder alır.´´