Osman Aydoğan


Bakıp da görmek isteyenlere; John Berger


John Berger, 1926´da Londra´da doğdu. Orta sınıf bir ailenin çocuğuydu. Çağının en etkili sanat eleştirmenlerinden biri olan, senaryo yazarı, belgesel yazarı ve romancıdır. Türkiye´yle de iyi ilişkileri vardır. Cevat Çapan ve Latife Tekin gibi yazarlarımızın yakın ahbabıdır. Filistin sorununda Avrupa´dan farklı yaklaşır, Filistin´in yanında yer alır? Son 20 yıldır yaşadığı (halen sağ, 90 yaşında) Fransa Alplerinde bir dağ köyünde köylülerin tarlalarında bir takım işler yaparak karşılığında geçimini sağlar.

Fransa´da yaşamasının nedeni de; 1972 yılında ??G´´adlı romanıyla Booker Ödülü´nü kazanması ve ödül konuşmasında, Booker Mc Connell´ı, Batı Hint adalarında ticari sömürgecilikle suçlaması ve ödülün yarısını Black Panther´lere bağışladığını açıklamasıdır. Bu olaydan sonra Britanya´nın en radikal kişileri arasına giren Berger, Britanya´yı terk ederek Fransa´ya taşınır.

Kitaplarından ??Leylak ve Bayrak´´ en önemli eserlerinin başında gelir.. (John Berger´in son onbeş yılını verdiği ?Onların Emeklerine? adlı üçlemenin son kitabıdır ?´Leylak ve Bayrak´´, İletişim Yayınları, 1996) Kitabın açılışı kelebeklerledir? İlk sayfadan itibaren gözünüzün önünde iki sevimli kelebek uçuşmaya başlar ve kitabın sonuna kadar da kaybolmazlar. Onlar, kitabın kahramanı olan, birbirine âşık masum gençlerdir... Tarifi bir mümkünsüz, anlatılması bir imkânsız bir duygudur, bir serüvendir, bir güzelliktir, bir sevdadır ??Leylak ve Bayrak´´. Nadir kitapların sonunda okuyanların gözlerinden tıpır tıpır yaşlar damlar ya, işte bu kitaplardan birisidir ??Leylak ve Bayrak´´. Bugünlerde kitapçılarda ararsanız muhtemel olarak baskısı kalmadı cevabını alacağınız kitabın adıdır ´´Leylak ve Bayrak´´.

Bir diğer önemli kitabı ??Yedinci Adam´´ (A Seventh Man) (1975), (Agora Kitaplığı, İstanbul, 2011) düzyazıyı, şiiri ve fotoğrafı birleştiren üslubuyla Avrupa´daki Türk göçmen işçilerinin durumunu konu alır. Göçmen işçilerin içindeki parçalanmışlığı şiirsel bir anlatımla ifade eder. ??Yedinci Adam´´ için şöyle der Berger: ??Bir yazar olarak en büyük doyumu hissettiğim anlardan birinin ödüllerle filan hiçbir ilgisi yok. İstanbul´daydım ve arkadaşlarla onların bir tanıdığını ziyarete bir gecekondu mahallesine gittik. Gecekonduda çay içtik, uyduruk bir rafa dizilmiş 20 kadar kitap vardı ve onlardan biri ´Yedinci Adam´ın Türkçesiydi. Bunu görünce yazar olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Kitaptaki deneyim hayat deneyimiyle buluşmuş ve kabul görmüştü çünkü.´´

??Görme Biçimleri´´ (Ways of Seeing) (Metis Yayıncılık, İstanbul, 1999) kitabı ise yazarın kesinlikle okunması gereken bir şaheseridir, bir klasiğidir. Bu kitap iletişim fakülteleri birinci sınıfta okutulur. John Berger, görme biçimlerinin bir şartlanma olduğunu ilk anlayanlardan biridir. ´´Görme Biçimleri´´nde Berger şöyle der ´´Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek bulunuruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez.´´ Kitabın bir başka yerinde de şunu söyler ??Hiçbir söz gördüklerimizi anlatmaya yetmez.´´ Sanat eleştirisine bambaşka bir boyut kazandıran ??Görme Biçimleri´´, çıkış noktasını çağımızın totemi televizyondan alır ve sanatın nasıl algılanması gerektiğini anlatır. İçinde çokça resim ve fotoğraf bulunan ??Görme Biçimleri´´ okuyanları kendine bağımlı kılar. Bu kitabı okuduktan sonra hayata daha bir başka bakar insan.

?´Görme Biçimleri´´nde Berger resim, algılama, kadın ve reklam üzerine odaklanmıştır.

Kadınlar konusunda şöyle yazar Berger: ´´Bir kadının toplumda varoluş biçimi, onun kendine karşı olan tutumunu gösterir. Kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde, giysilerinde, seçtiği çevrelerde ve zevklerinde ortaya çıkar. Gerçekten de kadın kendi varlığına katkıda bulunmayan hiçbir şey yapmaz. Varlığı, kadının kişiliğiyle öyle iç içedir ki erkekler bunu bedenden çıkan bir tütsü, bir koku, bir sıcaklık olarak algılarlar.´´

Kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir. Kadınların toplumsal kişilikleri, böylesine sınırlı, böylesine koşullandırılmış bir yerde yaşayabilme ustalıklarından dolayı gelişmiştir. Ne var ki bu, kadının öz varlığının ikiye bölünmesi pahasına olmuştur. Kadın hiç durmadan kendisini seyretmek zorundadır. Hemen hemen her zaman kendi imgesiyle birlikte dolaşır. Bir odada yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendisini yürürken ya da ağlarken görür.