Osman Aydoğan


Bahsettiğim şiir Ahmet Haşim’in ‘’O Belde’’ adlı şiiri oluyor…

Bahsettiğim şiir Ahmet Haşim’in ‘’O Belde’’ adlı şiiri oluyor…


O Belde

19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles Baudelaire, Fransız edebiyatının en hüzünlü, en melankolik, en yalnız ancak Fransız şiirinin en büyük, en yüce ve piri olan bir şairi olarak biliniyor. Baudelaire, "Uzak İklimlerin Kokusu" (Parfum Exotique) adlı şiirinde kendi melankolik dünyasını anlatırcasına; "Acı, uzak iklimlerin kokusu gibidir..." diyor… Bu şiirden alınmış bir dörtlük:

"Doğanın bahşettiği görülmemiş ağaçlar
Ve tatlı meyvelerle bu bir uyuşuk ada
İnce, güçlü kuvvetli erkekler var orada
Temiz kalpliliğiyle şaşırtıcı kadınlar"

(Une île paresseuse où la nature donne
Des arbres singuliers et des fruits savoureux ;
Des hommes dont le corps est mince et vigoureux,
Et des femmes dont l'œil par sa franchise étonne.)

Baudelaire bu şiirinde temiz kalpli kadınlarla dolu ütopik bir adadan bahsediyor…

20. yüzyılın en büyük Fransız şairlerinden Paul Valery (1871 - 1945) de ‘’çeviri şiiri öldürür’’ diyor. Ben de bu nedenle hep şiirleri kendi lisanından okumayı seviyorum. Almancam nedeniyle Alman şairlerinden bu konuda sıkıntım bulunmuyor.  Arapçam nedeniyle de Osmanlıca yazılmış şiirlerde de Divan edebiyatını okurken de bir sorun yaşamıyorum. Ancak sırf Baudelaire’ni anlamak için Fransızca öğrenmek isterdim…  

Bugün de, Attila İlhan'ın ‘’Böyle Bir Sevmek'' adlı şiiriyle hemen hemen aynı konuyu işleyen, aynı anlamı veren bir başka şairimizin -benim çok ama çok sevdiğim- bir başka şiirini anlatmak istiyorum. Bu şiir, hem Baudelaire gibi temiz kalpli kadınlarla dolu ütopik bir adadan bahsediyor hem de bu şiir Thomas More'un ‘’Utopia’’ adlı eserini hatırlatıyor… 

Bahsettiğim şiir Ahmet Haşim’in ‘’O Belde’’ adlı şiiri oluyor…

Ahmet Haşim de Baudelaire gibi melankolik olup, yüzünde hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları hiç eksik olmuyor… Ahmet Haşim, Türk şiirinde bir şaheser olan "O Belde" adlı şiirinde, Baudelaire’nin temiz kalpli kadınlarla dolu adası gibi temiz kalpli kadınların olduğu ‘’O Belde’’yi anlatıyor. ‘’O Belde’’de; o belde, kadın ve şair anlatılıyor... ‘’O Belde’’de; sadece hüzün, akşam ve kadın bulunuyor… ‘’O Belde’’ de Baudelaire’nin adası gibi, Thomas More’un ülkesi gibi ütopya olarak, hayal olarak tasvir ediliyor. Bu hayal ürünü beldede masum, ince, huzur veren kadınlar anlatılıyor. “O Belde” kadınları; güzel, ince, saf ve leylî olarak tasvir ediliyor. Hepsinin gözlerinde hüzün ve sükûn bulunuyor:

''Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!''

Ayrıca Ahmet Haşim’in bu şiiri, Avusturyalı şair Rainer Maria Rilke‘nin on yıl kadar uzun bir sürede yazdığı ve şiirin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen ‘’Duino Ağıtları’’ (Duineser Elegien) adlı şiirindeki imgelemelerle de benzerlikler bulunuyor. Rilke’nin şiirinde yer alan ‘’melek’’ imgesi Haşim’in bu şiirinde ’’kadın’’ olarak yer alıyor…

Şiirde kadınların hepsi de kız kardeş ya da sevgili ya da anne olarak tasvir ediliyor. Şair daha yedi yaşında çocukken annesini Bağdat’ta kaybediyor. Şiirde geçen akşamlar ile Bağdat’ta Dicle kenarındaki akşamlar arasında benzerlikler bulunuyor…

Şair yaşadığı hayattan mutlu değildir ve ‘’O Belde’’de hayale sığınıyor. Şair, “O Belde” ile daha mutlu olacağı düşsel bir dünya kuruyor. Şair, ‘’O Belde’’de her şeyi yerli yerinde görüyor, ‘’O Belde’’ de kendisini daha mutlu hissediyor… ‘’O Belde’’, şaire ideal bir liman, eşsiz bir sığınak oluyor… Ama ‘’O Belde’’de yine de bir hüzün bulunuyor. Kadınların leylî olması, kamerin hüzünlü, denizin hasta olması şairin iç dünyasını da yansıtıyor. Deniz için kullanılan “hasta” sıfatı üzüntü hâlini gösteriyor.

Şiirde akşam, çirkinliklerden, ikiyüzlülüklerden ve kötülüklerden arınmış bir dünyanın başlangıcı oluyor. Bu nedenle "O Belde"de şair de kadın da özlemle akşam ufuklarına bakıyor…

Şiirde kadın güzeldir. Ancak bu güzellik maddi olmuyor. Kadın güzeldir; kadın, akşam ufuklarına gözleri özlemle bakıyor. Kadın güzeldir; çünkü yüreğinin en hassas yerinde ince bir hüzün taşıyor:

''Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var.''

Şiirde, akşamla kadın bütünleşiyor, özdeşleşiyor. Bu bütünleşmenin, bu özdeşleşmenin bir sonucu olarak akşam, kadının güzelliğinde toplanıyor.

Akşamın ilerleyen saatlerinde, acılara sığınak olan, düşüncelere liman olan mavi bir deniz, sevimli yüzünü bize gösteriyor.

Ancak bütün bu kavramlar; kadın, akşam, deniz ve şair, hüzünden anlamayan, yalnızca maddeyle ilgilenen insana yabancı kalıyor:

“Melali anlamayan nesle âşinâ değiliz.”

Çünkü bu tür insanlar, şairi böyle hayalleri için "budala", kadını ise yalnızca genç bir kadın olarak, maddi olarak değerlendiriyor. Oysa anlam gözlüğünden bakıldığında, kadın gençliği için değil, içinde taşıdığı hüzün için güzel kabul ediliyor:

“Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer
Bu sefil iştihâ, bu kirli nazar
Bulamaz sende bende bir mânâ” 

Denizin ve akşamın da bir ruhu bulunuyor. Onlar da insan gibi acı çekiyor, kıskanıyor ve güceniyor. Onlardaki bu duygulanmayı, ancak hüzünden anlayanlar bilebiliyor. Somut hayat görüşü taşıyan insanlar, ne denizde, ne akşamda, ne kadında, ne de şairde bir anlam bulabiliyor. Bu insanlar, akşamdaki hüznü, denizdeki gücenikliği ve isteksizliği ise hiç göremiyor…

Şair ve kadın için, akşamla başlayan ve mavi gölgeli bu beldeden uzak ve ayrı yaşamak bir gurbet halini alıyor… Bu ideal beldeye ulaşmak mümkün bulunmuyor. Hayal edilen bu belde, dünya üzerinde bulunmuyor. O beldenin yanı başında duran deniz ruhlara sürgit huzur veriyor:

''Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.''

‘’O Belde’’deki kadınlar hep güzel oluyor, çünkü geceye ait oluyorlar. Akşam, yüzümüzdeki bütün ayrıntıları ortadan kaldırdığı için, akşamla birlikte her şey güzel oluyor. Geceye karışan, geceyle bütünleşen bütün kadınlar da o beldede güzel oluyor. Çünkü hepsinin gözlerinde hüzün bulunuyor.

Hissetmesini bilen kadın güzeldir.

Attila İlhan, ''Böyle Bir Sevmek'' isimli şiirinde ''Ne kadınlar sevdim zaten yoktular'' diyerek hayalindeki kadını aradığını söylüyor. ''O Belde'' isimli bu şiirinde de Ahmet Haşim hayalindeki ülkeyi ve bu hayal ülkesinde hayalindeki kadınları arıyor, ancak bu arayışın sonu yine hüsran oluyor. Sonunda şair, gerçeğe teslim oluyor ve evrensel bir gerçeği anlatıyor:

“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz.”

(Ve uzak mavi bir ülkeden ayrı kalarak
bu yerde bu sürgün ve hasrete ebediyen mahkûmuz.)

Evet...

Eyyyy ''O Belde''nin hissetmesini bilen, yüreğinin en hassas yerinde ince bir hüzün taşıyan, güzel, ince, sâf ve leylî kadınları! Bizler, bizler, bizler bu yerde, bu sürgün ve hasrete ebediyen mahkûm bulunuyoruz! 

Gerçek hayat; karanlık, mağmum, boş, çorak bir çölden ayırt edilemiyor. Aşk uğruna her şey feda ediliyor, kimselere yaranılamıyor derken, şair, ''O Belde''de ve ''O Belde''nin gözlerinde hüzün ve sükûn olan, güzel, ince, sâf, leylî kadınlarının özlemi içinde sonsuz bir melankoliyle ezilip kalıyor:

‘’Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz...’’