Osman Aydoğan


Arakiyeci İbrahim Ağa


?´Evrende her şey iki kere yaşanır, önce zihinde yaşanır sonra gerçekleşir.´´ Bu bir Çin düşüncesiydi. ?Olduğumuz her şey, düşünmüş olduklarımızın sonucudur? diye de özetlemişti Budha. ?Hayal etmek her şey demektir. Hayatın size getireceklerinin bir ön gösterimidir? diye de başka şekilde formüle etmişti Einstein. Düşler kurarmışız kelimelerle, düşüncelerle ve zamana bırakırmışız bu düşleri, onlar da tıpkı toprağa düşen tohumlar gibi, zamanla filizlenip gelişip ve yaşadığımız gerçek olarak çıkarlarmış karşımıza. Ve Freud´un öğrencisi Alfred Adler derdi ki; ?´İnsan kafasında bir amaç belirlerse, evrendeki her şey bu amacı gerçekleştirmek için bir sıra dâhilinde dizilirler.´´ Şimdi diyeceksiniz ki bunlarla Arakiyeci İbrahim Ağa´nın ne ilişkisi var... Ama demeyin! Neyse gelelim hikâyemize?. 1500´lü yılların Topkapı´sında yaşayan bir Arakiyeci İbrahim Ağa vardı? Surların dibinde küçücük bir kulübede namaz takkeleri (arakiye) örüp satarak geçimini sağlayan fakir bir takkeciydi İbrahim Ağa. Fakir olmasına fakirdi ama gönlü zengindi, engin bir tevazu ve tevekkül sahibiydi. Kanaatkârdı. Bir hayali vardı: Cami yaptırmak. O bu hayalinden bahsettikçe: - ?´İbrahim Efendi, daha ekmeğini zor kazanıyorsun camiyi neyle yaptıracaksın?´´ derlermiş. Fakat Arakiyeci İbrahim Efendi hiçbir zaman ümidini yitirmez, devamlı dua edermiş. ?´Umulur ki derya tutuşa´´ dermiş. İçinde beslediği cami yaptırma arzusunu hiçbir zaman kaybetmemiş. Bir gece rüyasında: - ?´Bağdat´a git, köprünün karşısında hurma ağacının altındaki asmada senin üç üzüm tanesi kısmetin vardır, onu al ye! İşte senin camii yaptırma hayalin de oradadır.´´ diyen aksakallı, ermiş bir zat görür. Camii yaptırma hayalinin Bağdat´da ne işi vardı? Üç üzüm tanesi için aylarca sürecek meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuk gözü alınabilir miydi? Bunun için İbrahim Ağa önceleri rüyasına pek ehemmiyet vermez. Fakat ertesi gece ve daha birçok geceler rüyası tekrarlanır. - ?´Bağdat´a git, üç üzüm tanesi kısmetini al!´´ Yakınlarının, akrabalarının ?´Deli misin? Üç üzüm tanesi kısmet için gidilir mi Bağdat´a?´´ demelerine, engellemelerine karşın evi hariç, bağı bahçesi ne varsa satar ve bir kervana katılıp düşer yola... Aylardan sonra Bağdat´a varır. Medinet´üs-Selam Köprüsü´nün karşısındaki bir aşçı dükkânın peykesine oturur. Gözüne hurma ağacına sarılmış bir asma ilişir. Kalkar olgun bir salkımdan üç tane kopararak ağzına atar. Bu sırada yanına gelen bir ihtiyar: - ?´Arkadaş´´, der! ?´Ne düşünüyorsun, Bağdat´a niçin geldin?...´´ İbrahim Ağa rüyasını anlatır. İhtiyar gevrek bir kahkaha ile: - ?´Ne saf adammışsın be birader der. Ben üç seneden beri her gün rüya görürüm ve bana ?İstanbul´da Topkapı dışında Topçularda bir arakiyecinin evinin kömürlüğünün altında üç küp altın var. Git, aç, al!´ derler de yine ehemmiyet vermem. Sen üç üzüm tanesi için Bağdat´a gelmişsin, doğrusu pek saf adammışsın´´ der. İbrahim Ağa´nın gözünde sevinç şimşekleri çakar. Tarif edilen yer kendi kömürlüğünün ta kendisidir. Hemen ertesi gün yola çıkar ve İstanbul´a gelir. Kömürlüğü kazar, silme dolu üç küp altını bulur ve camiyi yaptırır. İstanbul´un Topkapı semtinde sur dışında Topkapı Şehir Parkı dâhilinde Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Camii olarak bilinen bu harika camiinin ol hikâyesi işte böyledir. O cami ki inanmanın, hayal etmenin ve istemenin eseridir ya da belki de bir mucizenin. Siz girişteki uzun paragrafımı tekrar okuyun isterseniz. (Bir de şu yönü var hikâyenin: Brezilyalı romancı Paulo Coelho ´´Simyacı´´ isimli romanında bu konuyu -aşırarak- işler best seller olur, ama hikâyenin kahramanı Arakiyeci İbrahim Ağa´yı kimse tanımaz!) 1591/92 yıllarında yaptırılan caminin giriş kapısının üstündeki on iki mısralık kitabede caminin Mimar Sinan öldükten tam dört sene sonra yapıldığını yazar. Gelelim bu camiinin bir başka özelliğine? Arakiyeci İbrahim Ağa Camii´nin avlu giriş kapısında bir zincir vardır. Bu zincirin adı da ?´Enâniyyet Zinciridir´´. ?´Enâniyyet Zinciri´´ de ne midir? Enâniyyet; Arapça "ben" anlamına gelen ?´ene´´ kelimesinden yapılmış bir masdar isimdir. Kibirli olma, kendine aşırı güvenme, övünme, gurur, hodbinlik, riya, sadece kendine taraftarlık ve Allah´ın insana ihsan ve ikram eseri olarak verdiği nimetleri sahiplenip kendine mal etmesi ve kendinden bilmesi duygusudur. Eskiden genellikle büyük camilerin avluya giriş kapısında, tepeden neredeyse kapının yarısına kadar sarkan, sağ ve sol yana açılan kalın zincirler bulunurdu. Bu zincirin böyle salınmasının sebebi insanların içeriye eğilerek zincirin altından geçmesini sağlamaktı. Böylelikle camiye giren müminler (her kim olursa olsun) enâniyyet ve benliklerini kapının dışında bırakırlar ve namazlarını bu tür duygulardan arınmış bir biçimde yani huşu ile kılarlardı. İşte bu zincirin adına da ?Enâniyyet Zinciri? denirdi. İşte bu zincir (Enâniyyet Zinciri) camiye girerken bu duygulara set çekmek içindi. Bu duyguları olan camiye girmesin, bu duygularını camiinin dışında bıraksın demektir enâniyyet zinciri? Anlayana tabi! Allah´ın Arakiyeci İbrahim Ağa gibi öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş, bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Her daim hulus-u kalp ile boyun büker, dua ederler. Günümüzde de Allah´ın nice âdemleri vardır ki değil enâniyyet zinciri, prangalar koysak kapıya enâniyyetlerine set çekemeyiz zaten.